Türk Dili

Kelimesiz, Lûgatsiz Kültür Olamaz

 

Tasfiyeci zihniyetin istediği de budur, millî kültür varlığını ifade ve nakil eden eserlerle yeni nesiller arasında irtibâtın kopmasıdır. Onun için maksad, sadece dilin içinde bir netice alınması değildir. Onun vasıtasıyla bir başka neticeye ulaşmaktır.

 

Hedef sadece bir kelime operasyonu, lügat mes’elesi, yani yabancı menşe’li kelimelerin terkedilip yerlerine şu veya bu yeni ve başka kelimelerin konulması işinden ibaret değildir. Daha ileri hedef, bunun da ötesinde ilk kademede dili değiştirerek, yeni nesillere yabancılaştırarak, bu dilin aracılık ettiği ana kültürü aradan kaldırmak, saha dışı bırakmak, onun yerine kendi dilini de beraber getiren, müesses kıymetleri değiştiren bir başka dünya görüşünü ve onun kültürünü yerleştirmektir. Dâvâ bu noktada formülünü bütün vecizliği ile bulur, ortaya vurur: Yeni bir dil ile yeni bir nizam… Yeni bir nizam için yeni bir dil!..

 

Bugünün nesli ve gelecek nesiller bu badireden, bu dil ve mefhum erozyonundan nasıl kurtarılabilir? Bu dil kültürsüzlüğünden, millî dil fakirliğinden nasıl dışarı çıkılabilir? Yâhut daha geniş ifadesiyle söylersek: Türk diline, kendi adı kullanılarak, ele kendi bayrağı alınarak açılmış bir savaşa, saflaştırma, özleştirme kisvesi altında yürütülen bir tahrip hareketine karşı bir müdafaanın, ana dilin bizden beklediği bir ölüm-kalım mücadelesinin muhtaç olduğu strateji nedir?

 

Müşterek Bir Hareket

 

Her şeyden önce bilmek gerekir ki, bu fertlerin, şahısların tek başına uğraşması ile, tek bir müessesenin tek bir merciin gayretiyle baş edilip üstesinden gelinir bir iş olmaktan tamâmiyle çıkmıştır. Karşıda, yıllardan beri en geniş imkânlar ve en tesirli vasıtalarla en alt kademeden en üst seviyeye kadar bütün bir maârif mekanizmasında işlemiş, kaç neslin kafasına nüfuz etmiş, başka politika her kesimde yandaş peydahlamış, nice müesseseye kol atmış matbuatta birçok köşebaşlarını tutmuş, millî görünüşlü aldatıcı bir hedef gösterip gerçekte aksi bir istikâmette çalışmış, hepsinden de daha mühimi dil şuurunu ve dil duygusunu sarsmış, gidermiş bir hareket vardır.

 

Bu kadar genişliğine işlemiş, bu kadar organize hale gelmiş bir cephede münferid ve dağınık teşebbüs ve gayretlerle tesirli netice alınamayacaktır. Kaybolanı yeniden kazandırmak, yıllarca sürmüş tersine bir akışı doğru istikâmete çevirmek için çok kesif, çok planlı, çok devamlı müşterek bir hareket ve çalışmaya ihtiyaç vardır.

 

Millet Türkçesi’ni korumanın ve yaşatmanın yolu, aldatıcı hedef ve değerlerle dalâlate saptırılmış zihinler, yanlış ve kasıtlı vaz’edilmiş mes’eleler karşısında, dilin gerçekleri etrâfında Türkçe’nin hakikatlerine uyandırılmış bir efkâr-ı umumiyenin teşekkül ettirilmesinden geçer. Bu, za’fa uğratılmış dil duygusunun, dejenere edilmiş dil şuurunun yeniden tesisi ve kazandırılması demektir. Bu ise, şurada burada verilmiş birkaç konferansla, şu veya bu sütunda zaman zaman çıkan makâlelerle, bir-iki broşür ve kitapla, yani münferid planda kalan dağınık teşebbüs ve çalışmalarla varılması mümkün olan bir şey değildir.

 

Mes’elenin üzerine devamlı bir gidişin nasıl semereli olabileceği bu yakınlarda küçük bir tecrübede görüldü. Bir neşir organının dört ay boyunca her gün değişik kalemlerden ve değişik değişik yönlerden dil mes’elesini ele alışının getirdiği bir uyanış ve hassasiyete yakından şahit olduk. Yapılan iş, sadece bir gazetenin sütunlarına inhisar ettiği halde, mes’elede kesafet temin eden, bir merkezleşme meydana getiren devamlılığı dolayısiyle, bir müddet için olsa bile, bir ses getirebildi.

 

Her yönü ile planlanmış, programlanmış geniş ve toplu bir neşir hareketi ile mes’elenin arada fâsıla, boşluk bırakmadan devamlı surette işlenmesi, inanılır, güvenilir deliller, îzahlar ile zihinlerin aydınlatılması, dil ilminin gerçeklerinin düşüncelere arz edilmesi ve kazandırılması, bu yolda yapılacak işin asgarî şartıdır. Geniş bir neşriyat cephesi içinde dil mes’elesini her yönü ile tetkik ve tahlil eden bir fikir ve bilgi merkezi olarak devamlı ve müstakil bir dil mecmuâsı, kendine şiddetle ihtiyaç duyulan varlığı ile büyük ve tesirli bir hizmet yerine getirecektir.

 

Devlete Düşen Vazîfeler

 

Millet Türkçesi’nin korunması ve yaşatılması dâvâsında bir noktada fertler ile husûsî kesimlerin gayretleri üstünde devlete mühim vazifelerin teveccüh ettiği ortaya çıkmaktadır.

 

En tesirli bir köprübaşı gibi kullanılan televizyon ve radyonun her koldan açılmış bir yıkım ve yayılım harekâtına karşı, millet Türkçesi’nin müdâfaa kodları arasında birinci derecede ehemmiyette bir üs teşkil ettiği bilinmelidir. Bu bir devlet işidir.

 

Maârif sistemine, Türkçe’nin cumhuriyet devrinde edebî, ilmî, fikrî eserlerindeki ana kelimelerinin lügatinin, bir dil ve mefhum boşluğu içinde kalmış yeni nesillere kazandırılması gibi ana dilin istikbalini tayin edecek çapta hayati bir vazife düşmektedir. Tıpkı bir yabancı dilin öğretiminde olduğu üzere, asgarî, fakat en zarûrî lügatin, bir kelime servetinin zihinlere intikal ve mal ettirilmesi gerekmektedir. Kültür, bir bakıma kelime serveti, mefhumlar ve tek deyişle, bir lügat varlığı demektir.

 

Kelimesiz, lügatsiz kültür olamaz. Yabancı dil metodlarının, seçilmiş metinler içinde önce birkaç yüzden başlayıp derece derece yükselen, daha sonra binli seviyeye varan bir kelime kadrosunu veren okuma kitapları yolunda ders kitapları bu meselede en mühim, en verimli hizmeti yerine getirecektir. Bu da, gerçekleştirilmesi ve yürütülmesi devlet maârifine düşen bir iş olarak ortadadır.

 

Adı ne olursa olsun, dil ile ilgili neşriyat ve çalışmaları koordine edecek, ilmî bir danışma hizmeti verecek, her türlü politik temâyül ve tesirlerin dışında kalması garanti altına alınmış, müeyyideleri konmuş bir merkezin de –kuruluşunda, kadrosunda, çalışma şartlarının tâyininde çok basiretli hareket etmek şartıyla– sağlayacağı faydalar gözden uzak tutulmamalıdır.

 

Millet dili Türkçe’yi saptırıldığı çoraklardan, bekâsını, zenginlik ve gelişmesini sağlayacak bir istikamete döndürmek ancak böyle topyekün bir cephe çalışması ile mümkündür. Dil mes’elesinde kurulmuş baskı ve nüfûz, kendisi ile gerekli ilmî hesaplaşma yapılmadığı takdirde, gittikçe artacak ve yeni nesiller bu nüfuza daha mahkûm düşecektir.

 

Yukarıda görüşümü söyledim, benim görüşümün hesabı şudur: Bugünkü gidişatına terkedilmiş, müdâfaasız bırakılmış millet dili Türkçe’nin bir üç nesilden sonra tasfiyesi işi bitmiş olacaktır.  

 

 

 

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79