Türk Dili

Türkçe’mize Dadanan Hain Kurtlar

 

Şair arkadaşım Dilaver Cebeci, öfkeli bir yüzle karşıma dikildi: Biliyor musun dedi TBMM’de aile hayatımızı yeniden düzenleyen bir kanun tasarısında “karı-koca” ifadesi yerine “kadın-koca” kelimeleri geçiyormuş.

 

“Karı” kelimesine karşı bu cahilane tavır neden? “Kadın” başka “karı” başkadır. Biz, “karı” kelimesini belirli bir yaşa gelen ve evlenen bir “kadın” için kullanırız. Türkçenin inceliğini bilenler, kabul ederler ki “kadın” kelimesinin karşıtı “koca” değildir; “erkek”tir. Her (kadın-erkek) evli değildir. “Karı” kelimesinden hoşlanmayanlar, bilmelidirler ki her “karı” elbette “kadındın”; ama her “kadın” “karı” değildir. Aynı şekilde: Her “koca” elbette “erkektir”; ama her “erkek” “koca” değildir.

 

Bir ailede baba öldü mü, bizim geleneğimize göre o ailenin en büyük oğlu, evin “erkeği” olur da, “kocası” olmaz. Bunun gibi, kimsenin “karısı” olmadan da “ev kadını” olmak mümkündür. Türkçemizin bu inceliklerini bilmeyenler, anlatılmaz bir taassupla dilimizi budayanlar, bir gaflet ve ihanet içinde bulunduklarını bilmelidirler!”

 

Dilaver Cebeci’nin haklı öfkesi beni 1955’li yıllarıma götürdü ve güldürdü. Ankara Hukuk Fakültesinin birinci sınıfında okurken bir Alman arkadaşım vardı: Heralt Kornolyüs. Türkiye’ye Batı Berlin’den gelmişti. İlahiyat Fakültesinde talebeydi. Onunla aynı yurtta kalıyorduk. Almanca’dan başka İngilizce, Fransızca, Latince, Arapça biliyordu. Meramını anlatacak kadar da Türkçe’den haberdardı.

 

Bizim arkadaşlar Heralt’a daha iyi(!) Türkçe öğretebilmek için, işe önce küfürden başladılar. Heralt, o küfürleri elindeki Türkçe-Almanca lügatine bakarak öğreniyor, anlıyor; ya uzun süre gülüyor veya donup donup kalıyordu. Heralt’ın anlattığına göre Almanca’da bizdeki küfür rezaletinin binde biri bile yokmuş.

 

Bir gün, münasebetsiz bir üniversiteli, Heralt’a “kancıklık etme sakın” deyince çıkıp bana gelmişti:

 

“Kancık! Kancık! Kancık! Ne demek kancık?”

 

– Bana soracağına, elindeki Türkçe Almanca lügata baksana Heralt!

 

– Heralt Komolyüs, kancık kelimesinin mânâsını öğrenince gülmekten iki büklüm oldu. Merak edip sordum:

 

– Ne demekmiş kancık?

 

Bir köpek gibi uluduktan sonra cevap verdi:

 

“Bir bayan köpek” demekmiş, “Bir bayan köpek!”

 

Katılırcasına gülmeye başladım. Heralt şaşırdı. Acaba lügate yanlış mı bakmıştı? Sayfaları yeniden karıştırdı:

 

“Bir kadın köpek! Bir kadın köpek! Doğru mu şimdi!”

 

Daha çok güldüm. “Bayan köpek” “Kadın Köpek” “Hanım köpek” ifadelerini ilk defa duyuyordum. Ona anlattım ki Kancık: Dişi köpek demektir.

 

– Doğru da dedim Türkçe’de “bay köpek-bayan köpek-kadın köpek” gibi isim tamlamaları yoktur. Biz ya dişi köpek deriz veya kancık köpek! Türkçede “erkek köpek” denir de “kadın köpek” denilmez. Türkçe: Bay köpek-bayan köpek” ifadeleri de yoktur.

“Neden ama? Neden ama?”

 

– Dilimizin inceliği, özelliği, mantığı böyle düzenlenmiş!

 

Ben bunları Heralt’a anlatırken, arkadaşlarımızdan biri, o sapsarı Alman’ın ense kökünü sıvazlayarak dedi ki.

 

– Mesela sen de sevimli bir sıpasın Heralt amma katiyen eşek değilsin!

 

Heralt, iri iri açılan gözlerle sordu:

 

– Sıpa! Sıpa! Sıpa! Ne demek şimdi sıpa!

 

Onu da lügatından öğreneceksin Heralt! Bak bakalım neymiş sıpa?

 

Baktı, öğrendi, tekrar kahkahalarla gülmeye başladı.

 

– Sıpa, genç bir eşek çocuğu demekmiş efendim!

 

Heralt’ın açıklaması hepimizi yeniden güldürdü.

 

Onu yanıma çekerek dedim ki:

 

– Bak Heralt, biz çocuk kelimesini insanlar için kullanırız, hayvanlar için değil. Her hayvan yavrusuna da ayrı bir isim veririz. Mesela yırtıcı hayvan yavrularına enik deriz. Kedinin, köpeğin, kurdun, arslanın, ayının… yeni doğmuşuna enik deriz biz. Yırtıcı hayvanlar doğurmazlar; eniklerler. Yırtıcı hayvanlar enikler de, tavuklar, hindiler, kazlar kuşlar… Gurk’a, kuluçka’ya veya yumurtaya-yatarlar. Yumurtadan yeni çıkmış tavuk veya kuş yavrusuna civciv denir. Civciv biraz büyüdü mü onun adı piliçtir artık veya feriktir. Pilicin erkeği büyüyünce horoz olur öter pilicin veya ferikin dişisi de büyüdü mü tavuk olup gıdaklar.

 

Koyunların yeni doğmuş yavrularına kuzu diyoruz. Koyunlar, eniklemezler, doğurmazlar, kuluçkaya yatmazlar. Koyunlar “kuzular”lar. “Kuzulamak” koyunlar için kullanılır. Koyunun yavrusuna “kuzu”, keçinin yavrusuna “çebiç” deriz. Koyunun erkeğine koç, keçinin erkeğine ise teke!

 

Türkçe’de atın tayı, mandanın malak’ı, ineğin danası, devenin boduk’u, eşeğin sıpası olur. Eşeğin sıpası, eğer bir yaşını geçmemişe onun adı “kolon” veya “kulun”dur. Sıpa büyüyünce eşek olur anırır. Tay büyüyünce kısrak olur kişner. Dana sütten kesilmemişse onun adı buzağıdır. Buzağı sütten kesilince dana ismini alır. İki yaşını geçmeyen danaya tosun diyoruz. Tosunun büyüğüne ise boğa! Bir tosun iğdiş edilirse o artık boğa olamaz öküz olarak kalır. Daha dana vermemiş, inekleşmemiş dananın büyüğüne de düğe deriz biz. Atlar, eşekler, inekler… doğurmazlar “kulunlar”lar. Kulunlamak başka eniklemek başka, kuzulamak başkadır.

Bunlar, Türkçenin zenginliği ve inceliğiyle ilgili birkaç örnek anladın mı? dedim. Heralt, anlattıklarımı zevkle dinlemiş notlar almıştı. Şimdi, on ayrı manayı, mefhumu, eşyayı, olayı, hayvanı… Tek kelimeyle anlatmak isteyen Türkçe bilmezler var. Şu “neden” ucubesiyle “yoğun” eşkıyası kaç güzelim kelimemizin yerini zorla işgal etti biliyor musunuz?

“Karı-koca” yerine “kadın-erkek” kelimelerini, ancak Heralt Komolyüs’ler kullanabilirler, fakat gülünç olmaktan kurtulamazlar. Türkçenin güzelliklerinden mahrum olanlar, biliyorum ki beyinlerinin “yoğunluğu” “nedeniyle” bu yazımdan “nedenlenemeyeceklerdir.” Ne yapayım ben…

 

 

 

 

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79