Türk Dili

Dam Üstünde Saksağan

 

Ne bayramdı ne de seyran! Can sıkıntısından mıdır, lâf kıtlığında asma budamak istediklerinden midir nedir bilmem, geçenlerde bir sabah radyoda uydurukçaya meraklı bir “ozan”a sual tevcih buyuruldu: Dilde özelleştirme ve arı dil üzerindeki düşünceleriniz nelerdir?

 

 

Şâir Nâibi:

 

 

Sühan-ı bihudeden hoş gelir âvazı horoz
Bâri manasın bilmezse de hengamın bilür

demiş. Ne kadar da doğru söylemiş! Horozun ötüşü boş lakırdıdan elbette daha hoştur, çünkü manasını bilmezse de öteceği zamanı bilir. Horoz olmak başka şey horozlanmak başka bir şey! Hele vakitsiz ötmenin tehlikelerini, yerli yersiz, manalı manasız fikir beyan etmenin güçlüklerini hesaplamamak pek hoş olmasa gerek.

Ozanımız, arzedeyim efendimle başlayıp, Arapça: şiir, şair, dünya, sanat, dikkat, garip, latife, zaman, ciddi hamal, eşkıya, hatta, fakat, adeta, kale, Farsça: dert, tembel, hoş, hasta, naçar, renk, İtalyanca: şaka, gazete, kurdele, levent, Fransızca: fonetik, roman, piyes, üniversite gibi arı diline hiç uygun düşmeyen bir sürü yabancı kelimeyi aşk ile, şevk ile kullandıktan, tabii bu arada cızırtılı, vızırtılı sözcükleri de düşüne taşına sıraladıktan sonra, “dilimiz kendi sesini bulmalıdır” hükmüne vardılar. Doğru söze can kurban! Yalnız, dilimiz kendi sesini bulmuştur deselerdi daha doğru olurdu.

 

 

Türk milletinin tarihi, uğultusuyla, gürültüsüyle, gazâsı, medeniyeti ve sanatıyla dilinde, kelimelerinde yaşamaktadır. Milletin müşterek malı olan bu dil belli bir sistem dahilinde doğmuş, belli bir zevk, belli bir ahenkle gelişmiştir. Her dil gibi Türkçe de bir mucizedir. Yalnız mucize değil, asırların ötesinde çağlaya çağlaya gelmiş muhteşem bir nehir!…

 

 

İmparatorluk dili, büyük bir milletin dili olan Türkçe, her dil gibi, başka dillerden kelime almış, bunları kendi türküsü, kendi şarkısı gibi söylemiştir. Milli deha kelimelerini yuğururken, seslerini, melodisini, musikisini de seçmesini bilmiştir.

 

 

Ne edelim ki, şu kelimenin kökü Arapça, bu kelimenin kökü Farsça diye dikelen aklı evveller seslerin farkına varmayacak kadar sağır, kelime ve cümle mimarisini görmeyecek kadar kör!…

 

 

Sol tarafından kalkmış “özgür” beylerin esir pazarında satışa çıkarmış gibi dilimizden, gönlümüzden atmaya kalktıkları bu güzelim kelimeler sesiyle, şekliyle, her şeyiyle bizim olmuş öz be öz Trükçe kelimelerdir. 

Kanıyla canıyla devletimize hizmet etmiş, devşirmelikten yetişme Türk büyüklerini de unutmalı mıyız? Vaktiyle bizim değildi diye şehirlerimizi elden değilse de, dilden çıkarmamız mı gerekir? Diyelim ki devşirme kelimeleri tövbe edip ağzımıza almadık. Yerlerine ne teklif ediyorsunuz? Meşhur dil imalathanesinde uydurulmuş, kaynanazırıltısı veya düdük sesini veren eciş bücüş ham birtakım sözcükleri.

 

 

Tıpta mongolizm denen bir hastalık var. Dilimize zorla sokulan ve bu Moğol tipi hastalıktan mustarip geri zekalı kelimelerden bir kısmı resmen, bir kısmı vazifeden yaşıyor. Saylav, gençliğine doyamadan ölmüş, söylev, bitkisel hayatta!… moğol tay’ının üstüne kurulup oturursanız, Türkçe kurultay olur. Devlet Şurası demeyin, Arapçadır. Bununla beraber Türk Devleti ve Dokuzuncu Milli Eğitim Şurası diyebilirsiniz!

 

 

Milli dedim de aklıma geldi. Malum olduğu üzere, dillerde kelime aileleri var. Babanın etrafında toplanan akraba taallukat gibi. Mesela millet, milli, milliyet. Millete ne olduğu pek de bilinmeyen ulus’u yakıştırmışlar. Milli de ulusal olmuş. Milliyet, nasılsa yakasını kurtarmış. O, yine milliyet!

 

 

Vekil, nazır’dan dönme bakan olunca, milletvekili de ulus bakanı olmalı değil mi? Milli Eğitim Bakanlığı’na Ulusal Eğitim Bakanlığı diyelim, Büyük Millet Meclisine ne diyeceğiz?

 

 

Sorum mu mesuliyet, sorumluluk mu? Sevim, sevimli, sevimsiz, sevimlilik diyorsak,  sorum, sorumlu, sorumsuz, sorumluluk dememiz gerekir. Ama bakıyorum, mesuliyet yerine sorumluluku kullanıyorlar. O halde, sorum’u görmemezlikten gelip sorumluluk, sorumluluktu, sorumluluksuz sorumlulukluk diyeceğiz. Doğrusu, seslerin güzelliğine, ahengine diyecek yok!… Mantık deseniz hak getire!

 

 

Hakim yargıç olunca, mahkeme neden yargı evi olmasın? Sorun sorabildiğiniz kadar.

 

 

Damın üstündeki sagzıgan veya yagızgan’a bile gönlü razı olmayan Türkçe, bu dayısı karga olan hayvana saksağan demeyi daha ahenkli bulmuştur. Bununla beraber, dilimizin beline inen kazmalar yalnız maddi değil, manevi değerlerimizi de yıkmaya başladı.

 

 

Kurulması bir zaruret halini alan Dil Akademisi dil katliamının önüne geçecek ve bu suretle milli bir vazifeyi yerine getirecektir. 

 

 

 

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79