Türk Dili

“Kamubuyrum Tüz Bölemi(!)

“Afazi”,  beyindeki konuşma merkezlerinde meydana gelen hasar sonucunda konuşma,  anlama, okuma veya yazma gibi becerilerin kısmen ya da tamamen kaybıdır.
İnsanlar kullandıkları kelimeler kadar düşünme kapasitesine sahiptirler. Farklı nesiller farklı kelimeler kullandıkları için, Türkiye’de birbirini anlamıyor. “Afazi”  bir haldeyiz.
Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP) ismindeki üç kelimenin üçü de Arapçadır. Daha sonra fırka kelimesinin yerini Fransızca Parti kelimesi almıştır. İsmet İnönü’nün kültür danışmanı ve Türkçenin düşmanı diye suçlanan Nurullah Ataç; CHP ismini öztürkçe yapmış: “Kamubuyrum Tüz Bölemi”
Bu uydurukça ile Ataç; zırvanın zirvesine çıkmıştır. Tabi ki bu saçmalığı Türkçenin bünyesi kabul etmemiş kusmuştur amma; “Ârî Dil”; iddiasındaki bu uydurukça, “Arı Dil” olmuş Türkçeyi zehirli iğnesi ile sokmuş kurdeşen etmiştir.
Yazar Atilla İlhan bir mülakatında anlatır:
“İnönü iktidara gelir gelmez batıyla ittifak anlaşması yaptı. O anlaşmanın gizli olarak neler içerdiği sonradan meydana çıktı. 1940’lı yıllarda ben lisedeydim, o zaman birden bire Yunan Latin temeli üzerinde bir kültür devrimine kalkıştılar. Biz liselerde Yunan Lâtin eserlerini ders gibi okumaya başladık. Hatta Latince okutan liseler açıldı.
Nurullah Ataç’ın Vatan Gazetesi’nde ‘Biz Yunanca Latince öğrenemediğimiz için geri kaldık’ diye yazıları vardır. Batılı çocuklar kendi dillerinden 16.yüzyılda yazılmış bir eseri okuyup anlıyor, ben bile 16.yüzyılda yazılmış Fransızca bir eseri okuyup anlıyorum. Ama kendi Divan Edebiyatımızı anlayamıyorum.  Bakanlıktan gelip “tedrisatta” ne yapmalı diye sordular. Onlara “Osmanlıca bütün liselerde mecburi ders olarak okutulmalı. Arapça ve Farsça’ da ihtiyari olarak okutulmalı. Eğer bu yapılmazsa 20 yıl sonra Türkler geçmişlerinden hiçbir şey okuyamayacak hale gelirler.” Dedim.
Necip Fazıl Kısakürek “İdeolocya Örgüsü”  kitabında diyor ki; Kömür, toprak altında elmas oluncaya kadar binlerce yıl pişiyor. Dildeki kelimeler de öyle. Sonradan zorla dile sokulan unsurlar, o milletin ruh ve idrak temeline korkunç bir suikasttır. Böyle bir lisanın adı da “Türkçe” değil, “Uydurukça”dır.
Bossuet (Fransız edip ve mütefekkir) “Sabit olmayan ve her an değişen dillere ölümsüz bir eser emanet edilemez!” der
20 asrın başlarına kadar Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türkçe konuşarak gitmek mümkündü. İstanbul’da çıkan bir gazete, dergi, Kırım’da, Kazan’da, Taşkent’te, Bakü’de Kaşgar ’da okunabiliyordu. Oralarda çıkanlarda İstanbul’da okunabiliyordu
Mühendis Numan Aydoğan Ünal şöyle bir hatırasını anlatmıştı:
“Resmi bir vazifeyle yardımcımla Hollanda’nın Amsterdam şehrine ilk defa gitmiştik. Şehri gezerken öğle namazı vakti çıkmak üzere idi. Bir cami aradık bulamadık. En iyisi burada Türkler çok bir Türk bulalım da camiyi soralım dedik. Türklere benzeyen iki kişi bir bahçede oturuyordu. Kendilerine selam verdik. “Ve Aleykum Selam” dediler. Biz yabancıyız, Türkiye’den geldik. Namaz kılacak bir yer arıyoruz dedikse de hiçbir şey anlamadılar. Daha sonra İngilizce sordum yine anlamadılar. İsimleri Muhammed ve Abdusselam olduğunu öğrendiğimiz bu kardeşlerimize ecdat diliyle konuşursak anlaşırız diye düşündüm. Ve hemen: “Vakît mahdut, abdest mevcut lakin mescit meçhul.” Yani anlatmak istediği (Namaz vakti geçmek üzere, abdest aldık ama kılacak cami nerede bilmiyoruz. Adamların yüzleri güldü, önümüze düşerek Türklerin satın alarak kiliseden camiye çevirdikleri Fatih Camiine götürdüler. Cami imamı: “Bunlar cemaatimizden Kuzey Afrikalı Müslümanlar olup Türkçe bilmezler.” Dedi.
Görülüyor ki, konuştuğumuz kelimeler, gerek Türk dünyasıyla ve gerekse İslâm dünyasıyla anlaşabileceğimiz kelimelerdir. Bugüne kadar sürdürülen uydurmaca hastalığının ne kadar vahim olduğunu da gözler önüne seren bir ibrettir.
Cenap Şahabettin “Lisan ruhun vatanıdır” demiş. Yabancı bir dili, ne kadar iyi öğrenirseniz öğrenin, gurbettir.
Yahya Kemal ise; ”Türkçenin çekilmediği yerler vatandır.” Demiştir.
Yavuz Bülent Bakiler ’in naklettiğine göre Falih Rıfkı Atay, Çankaya isimli eserinde yazıyor: “Şey” kelimesi  Arapça olduğu için Atatürk bir zamanlar “şey” denilmesini de, yazılmasını da yasaklıyor. 
Bir gün Falih Rıfkı, Atatürk’e çıkıyor ve “Yapmayınız Paşam! Anadolu’da ne kadar ölmüş Türk varsa, hepsi aynı anda dirilse, ağızlarından çıkacak ilk kelime “şey”dir. ‘Şey’ o kadar Türkçedir.” (Çankaya, 1969, s.476)
Payami Safa anlatıyor: Dünkü şair Ahmed Hâşim’in dilinden anlayan bir gençlik kalmadı. Evvelki günün şairi 
Tevfik Fikret de artık bir yabancıdır. Abdülhak Hâmit bir Hint racası, Namık Kemal bir ortodoks papazı kadar uzaklaşmışlardır. 
Tarihin bu kopa kopa, atlaya atlaya gidişi devam ettikçe, yarının gençleri de bugünküleri okumayacaklar, okusalar da anlamayacaklardır. Devrimbazlar her çeyrek asırda bir; Türkçenin büyük bir kısmını değiştirmiş olacaklardır.

İlgili Gönderiler

1 / 79