Türk Dili

Türkçeyi Korumadan Milli Kimliğimizi Muhafaza Edemeyiz

 

Değerli Dostlar, 
 
1071 Malazgirt Zaferi’nin hemen ardından, ecdadımızın bu topraklarda inşa ettiği camiler, medreseler, kütüphaneler, çeşmeler, köprüler, çarşılar, hanlar ve kervansaraylar, Anadolu’ya yepyeni bir kimlik kazandırmıştır. Bütün bu eserlerin yanı sıra Türk İslam mührünü bu topraklara vuran asıl müessese, dergâhlar olmuştur. Hoca Ahmet Yesevî’den aldıkları destur ile Türkistan’danAnadolu’ya hicret eden dervişler, bu yeni vatanın dört bir yanında dergâhlar kurdular. 
 
Bir taraftan gaziler eliyle şehirleri fetheden ecdadımız, diğer taraftan ilim, irfan ve hikmet ehli bilgeler marifetiyle gönüller kazandı. Fütuhat ile fütüvvetin el ele kök saldığı bu geniş coğrafyada, dünya tarihinin akışını değiştiren büyük bir medeniyet atılımı gerçekleşti. Asırlardır dilden dile aktarılan şiirleriyle gönüllerimizde taht kuran Yunus Emre de bu dergâhlardan birinde yetişmiş ve Âşık Yunus olmuştur.
 
Yunus Emre aynı zamanda güzel Türkçemizin de mimarıdır. O, Türkistan’da Ahmet Yesevî ve dervişlerinin hikmetleriyle başlayan çığırı, Anadolu’da daha da geliştirmiştir. O, Türkçe’nin aşk ve mana dili olmasını sağlamıştır. Onun bize bıraktığı en büyük miras, her bir mısraının kelime kelime, her bir kelimesinin hece hece, her bir hecesinin harf harf saçaklanarak 700 yıllık tarihimizi bizim kılan Türkçe’mizdir.
 
Merhum Ali Fuat Başgil Hocam, Türkçemizi, her kelimesinde asil bir milletin, en az bin yıllık tarihinin biriktirdiği mana ve hatıralar bulunan lisan şekline girmiş “millî ruhumuz” olarak tarif eder. Dilini kaybeden bir millet hafızasını kaybeder, benliğini kaybeder, hatta ve hatta inancını kaybeder. Ana dilleriyle bağları zayıflayan toplumların zamanla sürüleşmesi, sömürgeleşmesi, kimliksiz hale gelmesi kaçınılmazdır. 
 
Gerek dünya tarihine gerekse Türk tarihine baktığımızda bunun sayısız örneğini görürüz. Avrupa kıtasındaki soydaş toplulukların önemli bir bölümünün dilleriyle bağları kopunca nasıl Slavlaştıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Aynı şekilde Afrika’da sömürgecilerin işgal ettikleri yerlerde, insanların inançlarıyla beraber dillerini de hedef aldıklarına şahit oluyoruz.
 
Unutmayınız vatanı önce dil, sonra ordu bekler. Bunun için Türkçemize çok sıkı sahip çıkmalıyız. Sadece kendimiz sahip çıkmakla kalmamalı, Türkçemizi dünya dili haline getirmeliyiz. Yaklaşık 12 milyon kilometrekarelik bir coğrafyada, 250 milyonu tek millet, tek yürek, tek bilek yapan Türkçemiz dünyada en çok konuşulan beşinci büyük dildir. Bugün 35 ayrı ülkede ya ana dil, ya ikinci dil, yahut yabancı dil olarak Türkçe ile anlaşılabiliyor. Vatanları, bayrakları, devletleri ayrı olan yüzlerce milyon insanı, aynı gönül paydasında buluşturan Türkçedir.
 
İnsan sahip olduğu kelimeler kadar kendini gerçekleştirir. 100 kelimeyle konuşan birisiyle bin kelimeyle düşünen birisi aynı değildir. Bin kelimeyle ömrünü tüketene nazaran 10 bin kelimeyle yaşayan kişi hayattan 10 kat daha fazla lezzet alır, hayatın anlamını 10 kat daha fazla kavrar, insanlığa 10 kat daha fazla katkı verir. Bu anlayışla, millî bir seferberlik ruhuyla çalışarak gençlerimize sözün, dilin, her biri asırlık tecrübelerin taşıyıcısı olan kelimelerin, kavramların, ifadelerin kıymetini en iyi şekilde anlatmalıyız.
 
Kültür emperyalizmine karşı kuracağımız en güçlü savunma hattı öncelikle dilimizi korumaktır. Kendi anadilini en doğru ve güzel şekilde konuşamayan bir toplum, başkalarına da katkı sağlayamaz. Türkçeyi korumadan ne millî kimliğimize sahip çıkabiliriz, ne Türk dünyasıyla olan bağlarımızı güçlü tutabiliriz, ne de küresel hedeflerimize ulaşabiliriz.
 
Dilimiz güç kaybettiği sürece siyasi sınırlarımızın da ortak kültür ve medeniyetimizin de haritalarda yalnızca bir çizgiden ibaret kalmasına mani olmayız. Geleceğimize yapacağımız en önemli yatırımlardan biri yabancı kavramların istilası karşısında güzel Türkçemizi korumak, geliştirmek, zenginleştirmek olacaktır. Bu konuda hepimize, bilhassa da ailelerimize, öğretmenlerimize, münevverlerimize, Türk diliyle ilgili çalışma yapan kurum ve sivil toplum kuruluşlarımıza önemli görevler düşüyor.
 
1930’lu yıllardaki sözde “dilde sadeleştirme” faaliyetleri ile, asırlardır benliğimize şekil veren nice kelime dilimizden dışlandı. Bunların yerine konmak istenen tatsız, renksiz, ahenksiz yüzlerce kelime ile kadim medeniyetimiz kesintiye uğratılmaya çalışıldı. Hayali kurulan şey aslında devletimizin müesseselerinden de, milletimizin gönlünden de ecdadın bütün izlerini silmekti. 
 
Bu yeni kelimeler millî hançerimize uymadığı gibi, düşünce ufkumuzu da daraltmıştır. “Alenî, bâriz, aşikâr, ayan, sarih, üryan, berrak” kelimelerinin yerine günümüzde sadece “açık” kelimesini kullanmaya mahkûm olmamız başka nasıl izah edilir. Maalesef bunun gibi yüzlerce misal vermek mümkündür. Hele sosyal medya denilen mecralarda kullanılan dil, Türkçemiz için tam bir felaket habercisidir.
 
Bu meseleyi ciddiyetle ele almazsak fikrî muhtevamızın kısırlaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını üzülerek ifade etmek isterim. Türkçemizi korumak ve geliştirmek için verdiğimiz mücadele, esasında bir beka meselesidir. 
Dilimizi kısırlaştıran, nesiller arasındaki irtibatı yok eden, Türkçe’den ziyade nevzuhur bir kuş dilini andıran çürümeye dur demek mecburiyetindeyiz! 
 
     (“2021 Yunus Emre Yılı” münasebetiyle Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından) 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

İlgili Gönderiler

1 / 79