M
alazgirt Zaferi’nden sonra Sultan Alparslan Eylül 1072’de yüz bin kişiyi aşan ordusuyla Türkistan seferine çıktı. Malazgirt’te elli bin kişiyle bir dünya gücünü yok eden Sultan, bu defa kendisinden son derece emin bir şekilde kaynaklarda, “Yeryüzünü bürüyen askerleri” diye ifade edilen ordusuyla ilerledi. Ceyhun Nehri’ni gemilerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan ve adına “tombaz” denen köprüden yirmi günde geçebildi. Bu da ordusunun miktarı hakkında fikir veriyordu.
Birliklerin kuşatma altına aldıkları kalelerden biri de Ceyhun Nehri yakınlarındaki Berzem Kalesi idi. Kale komutanı Yusuf Harezmî, kaynaklarda son derece cesur olmasının yanında azgın ve merhametsiz biri olarak da anlatılmaktadır. Selçuklulara karşı bir süre direnen komutan ele geçeceğini ve kurtuluşun olmadığını anlamıştı.
Sonunda Sultan’a itaatini arz etmeye karar verdi. Ancak o gece için korkunç bir plan tasarladı. Belki son gecemiz diyerek karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber büyük neşe içinde yedi ve içti.
Fakat geceleyin karısını ve üç oğlunu, Sultan’ın eline düşüp ona köle olmamaları için vahşiyane bir surette kendi eliyle öldürdü. Ertesi sabah erkenden oğullarını kesmiş olduğu iki keskin bıçağı ayağındaki çizmelerin koncuğuna sıkıştırdı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzere kaleden çıktı.
Yusuf Harezmi, elleri bağlı bir şekilde Sultan Alparslan’ın huzuruna getirildi. Sultan kendisine birtakım sualler sordu. Ancak o bunlara hep ters cevaplar verdi. Bu duruma çok kızan ve yere dört kazık çakılmasını emreden Sultan, iki gulam tarafından kollarından tutulmakta olan Harezmî’nin bu kazıklara bağlanmasını ve ok atılarak öldürülmesini emretti.
Yusuf Harezmî’nin ise son bir planı daha vardı. O, bu dünyadan ayrılırken Selçuklu Sultanı’nı da yanında götürecekti. Fakat öncelikle ellerindeki bağlardan kurtulması gerekiyordu. Bunu da son derece zekice bir şekilde, Sultan’ı kendisine karşı tahrik ederek yaptı.
Kazıklara bağlanmaya çalışılan Harezmi, aniden sesini yükselterek Sultan’a hakaret etmeye ve: “Benim gibi bir köle böyle mi öldürülür. Benden korkuyor musun?” diye bağırmaya başladı. Büyük bir öfkeye kapılan ve sinirden ellerinin titrediği anlaşılan Sultan, karşısındaki adamın bağlarının çözülmesini emrederek oturmakta olduğu tahtının yanı başındaki ok ve yayına uzandı. Oku yayına sürdü ve üzerine doğru hareketlenen Yusuf Harezmî’ye fırlattı.
Kaynaklarda, “O güne kadar attığı her oku hedefini bulmuştu” diye belirtilen Sultan Alparslan, ilk defa hedefini tutturamamıştı. Ok, Harezmî’nin başını sıyırarak geçti. İşte o anda Yusuf Harezmî çizmelerinin koncuğundan çıkardığı bıçaklarla hükümdarın üzerine atıldı. Sultan Alparslan oturduğu yerden fırlayarak üzerine yürümek istedi ise de bu defa ayağının takılması üzerine yere kapaklandı. Harezmî, etrafındakiler şaşkınlıktan kurtulamadan elindeki bıçağı, yeniden ayağa kalkmaya çalışan Sultan’ın böğrüne sapladı. Sultan Muhammed Alparslan üzüntülü idi. Yanındakiler yarasının acısı ile rahatsız olduğunu düşünüyorlardı.
O ise kendilerine şahit olunuz diyerek şu tarihî sözleri sarf edecekti:
“Ne zaman bir yere gitsem veya bir sefere çıkacak olsam, Allah’a tevekkül eder ve ondan yardım dilerdim. Bu defa ise, sefere çıkmadan önce yüksek bir tepeye çıkarak ordumun alay geçit merasimini seyrettim. Hükmüm altındaki bu muazzam orduya baktığımda, yeryüzünün ayağımın altında titrediğini hissettim. Kendi kendime: Ben dünyanın hükümdarıyım! Benim bu muazzam ordumun karşısında kim durabilir. Bu muzaffer ordumla Çin’in en ücra köşelerine kadar giderim, dedim. Fakat işte, Allah kalbime gelen bu gurur sebebi beni yarattıklarının en zayıfının eliyle aciz bıraktı ve cezalandırdı. Ölüm bir pusuda çıkıverdi karşıma. Şahit olunuz! Aklıma gelen bu düşüncelerden dolayı Rabbimden af ve mağfiret diliyorum, tövbe ediyorum:” dedi.
Sultan Alparslan beklenmedik bir şekilde başına gelen bu hadisenin sebebinin, ordusuna duyduğu aşırı güven ve kalbine gelen gurur yüzünden olduğu kanaatindeydi. Her zaman sığındığı Yüce Allah, ordusuna güvenerek büyüklenmesinden dolayı kendisini cezalandırmış, en zayıf bir kulu vasıtasıyla, ona ne kadar aciz olduğunu hatırlatmıştı. Sultan, kalbine gelen bu düşünce sebebiyle işlediği günahtan dolayı yüksek sesle Allah’tan af ve mağfiret dilerken karşısındakilere de Allah’tan başkasına güvenmeyip sığınmamaları hususunda en güzel ikazı yapıyordu. Sultan Alparslan, tedavi için kaldırıldığı çadırında üç dört gün daha yaşadıktan sonra 24 Kasım 1072 Cumartesi şehit düştü tahtının sekizinci yılının bitmesine iki hafta kalmıştı.
Cenazesi Oğlu Melikşah tarafından Merve götürülerek babası Davut Çağrı Bey’in yanına defnedildi. Sultan Muhammed Alparslan’ın şehadeti bütün İslam dünyasında büyük bir üzüntü ile karşılandı. Halife yayınladığı fermanda, Sultan Alparslan’ın vefatı dolayısıyla üzüntü içinde olduğunu beyan ederek, onun Allah yolundaki cihadını, Müslümanların işlerini yürütme hususundaki çabalarını, Bizans’ı bozguna uğratarak İslam düşmanlarını kahru perişan etmesini ve yaptığı nice güzel hayırlı hizmetleri belirtti, kendisine rahmet dilerken halkı da duaya davet etti. Sultanın vefat sebebiyle Bağdad’da çarşılar üç gün kapalı kaldı.