Sultan Abdülhamid Han Beylerbeyi Sarayı’nda göz altında bulundurulurken muhafızlarından biriyle yaptığı sohbette şunları ifade ediyor:
B
izim dinimizde hiç müşkilat yoktur. Her şeyin kolayı bulunmuştur. Kıyasa tatbik olunarak her müşkül hal olunur. Evvelce içtihat ile de şeriat meselelerinin halli mümkün olurmuş. Fakat şimdi bu kapı kapandığı için yalnız kıyas kalmıştır.
İranlılar, hâlâ içtihat ile hareket ederler. Bizde de Sultan Selâhattin zamanına kadar vardı. O zaman, suiistimal edildiği (kötüye kullanıldığı) için kapanuddı. Mamafih (bununla birlikte), bugün tekrar açılmasına lüzum yoktur. Çünkü kıyas tatbik edilerek her şeyin halli mümkündür. Kıyasta hiçbir şey noksan bırakılmamıştır.
Hint ulemasında, ismi iyice aklımda kalmadı; galiba Rahmetullah olabilir. Onunla Hoca İshak Efendi’nin bu hususta çok güzel eserleri vardır. Bu Hintli zat, Hindistan’da bütün Hıristiyan papazlarından müteşekkil bir mecliste bunların hepsini susturmuş. Mesele, İncil üzerine imiş, İncil’in içindekilerinin bütün akıllara muhal olan (mümkün olmayan) şeylerden ibaret olduğunu birer birer ispat edince, papazlar cevaptan âciz kalarak “Sehvi kâtip Sehvi kâtip” (yazanın yanlışı) demekle yetinmişler. İshak Hoca, bu hususta meşhurdur.
– Evet efendim… Fakat bu eserlerin maalesef bugün mevcudu kalmamıştır.
– Hayır, vardır. Sahaflarda bulunur. Ben tarif edip aldırayım da size vereyim. Bakınız, okuyunuz.
Not: Yukarda Sultan Abdülhamid Han’ın bahsettiği Harputlu Hoca İshak Efendi’nin bu konudaki bir eseri Hakikat Kitabevi tarafından “Cevap Veremedi” adıyla basılmıştır.
Harputlu İshak Efendi bu kitapta Hintli Rahmetullah Efendi hakkında şu bilgiyi vermektedir:
Protestan papazı Fander, hıristiyanlar arasında çok meşhûr idi. Protestan misyoner teşkilâtı, seçdikleri papazlar ile Fanderi Hindistâna gönderdi. Hıristiyanlığı yaymak için çalışacaklardı. 1854 senesinde, bu misyoner hey’eti, âlimler ve seçilmiş zâtlar arasında, Delhî’nin büyük İslâm âlimi Rahmetullah efendi ile münâzara yapdılar.
Uzun münâkaşalar netîcesinde, Fander ve yardımcıları cevâb veremez hâle geldiler. Dört sene sonra, İngiliz hükûmeti Hindistânı işgâl edince [ve müslimânlara ve bilhâssa sultâna ve din adamlarına korkunç işkenceler yapınca] Rahmetullah efendi, Mekke-i mükerremeye hicret eyledi.
1878 senesinde, bu misyoner hey’eti İstanbula gelerek, Hıristiyanlık propagandasına başladı. Sadr-ı a’zam Hayrüddîn pâşa, Rahmetullah efendiyi İstanbul’a da’vet etdi. Misyonerler, karşılarında Rahmetullah efendiyi görünce, çok korkdular. Süâllere cevâb veremiyerek, firâr etmekden başka çâre bulamadılar. Pâşa, bu büyük islâm âlimine çok ihsânda bulundu. Hıristiyanları nasıl red ve perîşân etdiğini yazmasını ricâ etdi. Bu da, arabî “İzhâr-ul-hak” kitâbını yazdı ve Mekkeye gitdi.
Hayrüddîn pâşa, bunu Türkçeye terceme etdirip, ikisini de basdırdı. Avrupa dillerine de terceme ve tab’ ve her memlekete neşr edildi. İngiliz gazeteleri, (Eğer bu kitâb yayılırsa, hıristiyanlık çok zarar görecekdir) yazdılar. Bütün müslimânların halîfesi olan Sultân ikinci Abdülhamîd Hân “rahmetullahü aleyh”, 1886 Ramazân ayında tekrâr da’vet edip, serâyında çok hurmet ve ikrâm yapdı.
Rahmetullah efendi 1890 Ramazân ayında Mekke-i mükerremede vefât eyledi.
Kaynak: Sultan Hamid’in Son Günleri – Ziya Şakir
Ö. Serdar Akın