F
âtih Sultan Mehmed Han türbedârlarından ve Şa’bâniyye tarîkatının son devir şeyhlerinden. İsmi, Ahmed Amiş olup, Türbedâr veya Türbedar Ahmed Efendi isimleriyle de tanınır. 1807 de Bulgaristan’ın Tuna vilâyetine bağlı “Tırnova”da doğdu. 1920 de İstanbul’da vefât etti. Kabri Fâtih Câmii yanındaki kabristandadır.
1853 Osmanlı-Rus yani; Kırım harbine tabur imamı olarak katıldı ve harpte üstün hizmetler gördü.
1877 senesinde Tuna vilâyetinin Osmanlılar elinden çıkması üzerine tekrar İstanbul’a geldi. Niğdeli Bekir Efendiden Fâtih türbedarlığını devraldı ve
“Fâtih Türbedârı” ünvanıyla anıldı.
Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn Efendiden de Nakşibendiyye icâzetli olan Ahmed Amiş Efendi tasavvufta mücâhede yolunu değil de sohbet ve telkin yolunu tercih etti. Kendisine tâbi olanlardan İslâmiyetin emirlerine uyup yasaklarından kaçındıktan sonra sadece sohbet ve muhabbet yolunu seçmelerini istedi. Çile ve riyâzet yolunu tercih etmedi.
Ömrünün sonuna kadar mensûb olduğu Şa’bâniyye yolunun şeyhliğini ve Fâtih Sultan Mehmed Hanın türbedârlığını yürüten Ahmed Amiş Efendinin müridleri ve yakınları arasında, Bursalı Mehmed Tâhir Efendi, Müderris Babanzâde Ahmed Naîm Bey, Ahmed Avni Konuk, Hüseyin Avni Konukman, İsmâil Fenni Ertuğrul, Abdülazîz Mecdî (Tolun) Efendi gibi kimseler yer aldı.
Yaklaşık 113 yaşında iken dâmâdı Ahmed Naîm Beyin İstanbul Şehzâdebaşı’ndaki evinde 9 Mayıs 1920) târihinde vefât etti. Cenâze namazını talebelerinden Abdülazîz Mecdî Efendi kıldırdı. Senelerce türbedârlığını yaptığı Fâtih Sultan Mehmed Hanın türbesi yanındaki kabristana defnedildi. Vefâtına talebelerinden Evranoszâde Sâmi Bey; “Gitti gülzâr-ı Cemale pîr-i efrad-ı Cihân.” mısra’ı ile târih düşürdü.
Ayrıca Evranoszâde Sâmi Bey tarafından mezar taşına bir manzûme yazılmıştır. Şa’bâniyye ve Halvetiyye yollarının son devir temsilcilerinden olan Ahmed Amiş Efendi, sohbet yoluyla talebe yetiştirmeye çalıştı. Sohbetleri esnasında kısa ve özlü sözlerle talebelerini îkaz eder, onların istikâmet üzere Peygamber efendimiz ile Eshâbının yolunda olmalarını isterdi.
Talebelerinden birisi müridin yâni talebenin şeyhe (hocaya) olan ihtiyâcını sorunca;
“Dağı dağ, taşı taş gördükçe şeyhe muhtaçsın. Bu böyle olsun, şu şöyle olsundan kurtuluncaya kadar, şeyhe muhtaçsın.” demiştir.
Rızk ile ilgili olarak soru soran birine de; “En âlâ rızık mânevî rızıktır. Dünyâda eşini bulamaz, işini bilemezsen rahat edemezsin.” demişti.
Gümüşsuyu Askerî Hastanesi Baştabibliğinden emekli albay Doktor Hamdi Hızlan Bey, Ahmed Amiş Efendiden naklen anlatıyor: Siz harbin fecâatini bilmezsiniz. Ben Rus (Kırım) harbinde yaralıları sırtımda taşıdım. Harbin fecâatini yakînen bilirim. Sakın harbi temenni etmeyin.
Balkan harbi sırasında Ahmet Amiş Efendi Hazretleri (kuddise sirruh) : “Darü’l Hilafet’e (İstanbul) Bulgar’ı mı sokacağız?” diye sabaha kadar tazarrua başladı. Yalvardı, yakardı… O kadar ki çamaşırları sırılsıklam olur, sık sık çamaşır değiştirir, çıkardığı çamaşırları sıksalar su çıkacak kadar ıslak olmuştu.
Ertesi gün gazeteler büyük puntolarla, İstanbul halkını müjdeliyordu:
– Bulgarlar Çatalca’dan çekildiler.
Bulgar ordusunun Çatalca’ya dayandığı , top seslerinin İstanbul’da camları titrettiği günlerde, dağılmış, bozulmuş Osmanlı ordusunun tekrar toparlanarak Bulgarları Çatalca’dan geri döndürmüştü.