* Sabih Bey
Fahreddin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Medine-i Münevvere’yi İngilizlere karşı müdafaa ederken askerler büyük zorluklarla karşı karşıya idiler. Çok şiddetli sıcak ve açlık en büyük problemdi. Ayrıca bölge muhasara altında olduğundan İstanbul ile irtibat tamamen kesilmişti. Demiryolunu da İngilizler tahrip ettiğinden, erzak nakli imkanı da kalmamıştı.
Büyük zorluklar içinde Medine-i Münevvere’yi müdafaa eden askerlerin, moral ve azimlerinin bozulmaması için Fahreddin Paşa çeşitli tamimler neşrediyor ve muhtelif sosyal faaliyetler hazırlıyordu. Bunlardan birisi de asker ve subaylar arasında yapılan Bayrak – Sancak makale yarışması idi. Eli kalem tutan herkes bu müsabakaya iştirak etti. Hazırlanan yazılar içinde tarih ve edebiyat bakımından en kıymetlisi Sabih Bey’e aitti. Sabih Beyin bu yazısı sadeleştirilerek aşağıda sunulmuştur. (Editör)
…
Osmanlı Sancağı, lügatin dediği gibi hakikatte uzun bir sırığa takılmış renkli bir bez parçası mı? Hayır, O, ecdâdın ve “Âl-i Osman”ın pak ve mübarek kanlarıyla dokuyarak bize teslim eyledikleri bir emanettir. O, öyle bir örtüdür ki; bütün Osmanlılığın mevcûdiyetini, şan ve şerefini, tarih ve mukaddesâtını, kadınlarımızın ırz ve namusunu, kızlarımızın bekâretini, çocuklarımızın saadetini saklıyor. Biz onun üzerine nasıl titremeyiz? Hepimize teneffüs hakkı veren odur. Bizleri bereketlendirip ısıtan hep onun asil ve cömert kalbidir.
Eğer o çarpmazsa, bizim de nabzımız atmaz, göğsümüz vurmaz. Allah esirgesin, eğer onun gül benzi hasâra uğrarsa “Kâbe”mizin kara gömleği parçalanır. “Peygamberimizin yeşil örtüsü” yırtılır. Analarımızın ak saçı yolunur, kızlarımızın namus perdesi yırtılır.
Görmüyor musunuz? Ne kadar canlı, asabî, cesur, yiğit ve benzerlerinden üstün!… Hiçbir gelin o kadar sevimli, zarif ve nazlı olamaz. Hiçbir delikanlı onun kadar boylu poslu, hareketli ve dinç değildir. Bizzat atalarımızın zaferle, üstünlükle dolu ruhunu taşımasaydı, saflarımızın önünde bu kadar kahramanca göğüs gerer miydi?..
Sancağımız ebedî hayat ile bahtiyardır. Vatanın fedakâr çocukları kanlarını, canlarını ona hîbe ederek kattıkları içindir ki; daima böyle genç ve dinç kalacaktır.
Karşısında durarak saygı töreni yapmamız sebepsiz değildir. Biz onda, bütün “Âl-i Osman”ı, mâzimizin kahramanlarını, mefkûremiz uğrunda can veren bütün babalarımızı ve vatan evlatlarını selamlıyoruz. Tarihimiz kaybolursa, Sancağımız onu yeniden yazarak meydana getirebilir. Ona bakarken nasıl göğsümüz kabarmaz , nasıl gözlerimiz yaşarmaz?… Yedi asrın şanını ve yüceliğini, elemlerini ve fâcialarını içine alan bu emsalsiz sahne bizi saatlerce hıçkırtıp ağlatsa yeridir!…
Ya o al rengi biliyor musunuz? Memleketin kaderi ve geleceği için o kadar cömertçe akıtılan kanlara işaret ediyor… Hakikattir ki babalarımız, yurdumuz için kadınların da yapabilecekleri gibi yalnız gözyaşı dökmediler.
Bu ocağı kurarken, bizzat kendilerini kurban ettiler. Sancağımızı kaldırmak için düştüler. Onun şan ve şerefle dalgalanması için kendi ciğerlerinin nefes alıp vermelerinden kısarak tasarruf ettiler.
Onda çırpınan şey, geçmişlerimizin gayretli ruhlarıdır. Onun mukaddes alevinde yanan çıra, şehitlerimizin intikam parçalarıdır.
Dünyanın bütün çiçekleri “Albayrak”ın yanında renksiz ve kokusuzdur. Biz onun katmerlerinde bizzat cenneti koklarız. Bozkırlarda onun ateşi etrafında ısınırız, kum çöllerinde onun gelincik tazeliğiyle yüreğimizi tazeleriz. Fecrin akını gibi bir gecede Asya’dan Avrupa’ya baskın yapan Bayrağımızı bütün ufuklar tanır… “Eflak”, “Buğdan” ovaları; “Avusturya-Macaristan”, “Lehistan” sahraları; “Volga-Tebriz” illeri; “Cezayir-Nis” sahilleri hep onun devrine ve eteğini öpme saadetine erdiler.
“Bosna ve Kırım”ın bahçeleri, İran’ın gülistanları bu kadar güzel, canlı bir gül daha aslâ vermeyecek. Tuna yalıları, Hind suları “Hilâlimiz” gibi kıymetli taşlarla bezenmiş ve şa’şaalı bir gerdanlık hayat devam ettikçe takınmayacaktır.
Atalarımız, nasıl bayrağımızı damarlarının en kıymetli yakutlarıyla bezemişlerse, analarımız da en güzel incilerini onun üzerine işlemişlerdir. Şu “Ay”a bakınız, ne kadar temiz ve şeffaf!… Mukadderatımızın ziyneti içinde en kıymetlisi, şüphe yok budur. Çünkü; sevgili ninelerimizin sıcak ve samimi gözyaşlarıyla süslenmiştir. Ya hepimizin gözbebeği olan şu parlak “yıldız…” Bizi bütün gece yatağımızın başucunda uyanık bekleyen odur!… Hayatı boyunca bir kere bile kirpiklerini kırpmamış, her zaman üzerimize titremiş, obamızı, yurdumuzu, serhadlerimizi canını verircesine korumuştur. Bize olan yumuşaklığı ve şefkati annelerimizinkinden fazladır. Nazarı kuru fakat gözleri doludur.
Sancağımızın şan ve şerefle taşıdığı büyük yük altında henüz kanayan yaraları da vardır. Onun vakit vakit kabaran göğsü, çocuklarına söylemek istemediği, bununla beraber hepimizin bildiği kederlerini kâfi derecede açıklar. Bu yaraları zaman ve unutmak tedavi edemez. Onları sarıp kapatacak olan ancak genç nesillerdir ve bayrağımız işte bu ümit ile mağrur ve gururunda ma’zurdur. İnsaf ediniz, hangi baba evlatlarına mağrur olmaz?…
Asırları iftihar edilecek şeylerle doldurmuş, bütün Şark’a hakikî bir fecir, aydınlık getirmiş, Allah’ın birliği davası, peygamberinin hidayet yolu, Hakk’ından ve nefsinden emin olanlara has bir kahramanlıkla, her zaman bir başına müdafaa etmiş, insaniyetin mazlum olan yarısını bağrına basmış olan Sancağımıza lâyık olduğu zafer ve istikbâli Allah ihsan edecektir!… Bizzat istikbâl, ondan başkasının dudağını açmasına müsaade etmeyecektir. Her Osmanlı genci, elinde olmadan Bayrağının aşkıyla yanar. Onun gölgesinde gelecek her ölümü, vallahi anası gibi kucaklar!…
Boralarla şakalaşan, tayfunlarla oynaşan, tarihlere meydan okuyan ve dünyalarla savaşan Türkler’in Bayrağı!… Fatihler’in Sancağı hakkındaki hikayeler aşk ve ölümle nihayet buluyordu.
* * *
Bu metin, kıymetli Türkistan Birliği okuyucuları için şâyân-ı tavsiye telakki edildiğinden Türk Alemiyiz websayfasından iktibas edilerek nazar-ı dikkatinize takdim edilmiştir. Muhtevası ve paylaştığı fikirler tamamen yazarına aittir.