SultanlarTürk Sultanları

Sultan Osman Gâzi

O

smanlı padişahlarının birincisi. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzi’nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’te doğdu. İslâm terbiyesi ile yetiştirildi, İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, devrin örf ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. Babasının silâh arkadaşları ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi. Onların gazâlarını dinleyip, yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren gazâlara katılıp, zaferler kazanarak, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi.

Bizans’ın hâkimiyetindeki batı Anadolu cihâd diyarı olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pek çok kumandan, mücâhid, derviş ve her biri gönül sultânı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gazi, Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahîlerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebâlî’nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi.

1277 senesinde, Edebâlî hazretlerinin dergâhında misafir olduğu bir gün acâib bir rüyâ gördü. Rüyâsında, hocası Edebâlî’nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir ağacın bitip, âlemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyâyı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebâlî ona;

“Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himayesinde olacak, kızım Bâlâ Hâtun da sana eş olacak” deyip rüyasını tâbir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebâlî’nin kızı Bâlâ Hâtun ile evlendi. Bir rivayete göre bu izdivaçtan Orhan Gâzi doğdu. Orhan Gâzi’nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gâzi de vefât etti (1281).
 
Bâzı kaynaklarda Orhan Gazhi’nin annesi, Ömer Beyin kızı Mâl Hatun  olduğu yazılmaktadır. Ertuğrul Gâzi, cesâreti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve güzel ahlâkı ile, kardeşleri arasında en üstünü olan Osman Gâzi’yi kendisinden sonra kayıboyu beyliğine aday göstermişti. Osman Gâzi, babasının vefâtından sonra, bey seçilip, idâreyi ele aldı.

Osman Gâzi, sâlih bir Müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlûb edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı. Dört yüz çadırla, dünyânın en uzun ömürlü hânedânını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi, kurduğu hânedânla üç kıt’a yedi iklim, her çeşit ırk, din, dil, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı bünyesinde, Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ânı kerîm, hadîsi şerîf ve İslâm âlimlerince öğütlenen mânevî hizmetlerin mîrasçısı ve idârecilik vasfının on dördüncü asırdan yirminci asra kadar nesilden nesile intikâlcisidir.

Osmanlı Devleti, dînî meselelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince kazâ merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kâdılar vasıtasıyla gördü. Osman Gâzi zamânında askerî teşkilât aşîret kuvvetlerine dayanıyordu.

Târihçilerin, Osman Gâzi ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir:
Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir. Onlar, millî ve İslâmî mefkûrelerinin dâhiyane terkibi, siyâsî istikrar ve sosyal adâletleri sayesinde üç kıt’anın ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâmı âlem dâvasının en kudretli temsilcileri olmuşlardır.

Osmanlı Hânedânı, dünyâda hiç bir aileye nasîb olmayan büyük ve dâhî padişahları bir biri ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayatiyeti bahşetmedi, onu millî, İslâmî ve insânî ideâller çerçevesinde milletin kalbini kazanarak cihan hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam teşkilâtı hâline getirdi. İslâm dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için îlân ettiği yüksek esaslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâbı kirâmdan sonra en ileri derecesine Osmanlı devrinde ulaşmıştır.

Osmanlı sultanları ilmi ve ilim adamlarını memleketlere sâhib olmaktan üstün tuttular. Kemâl sahibi ilim erbâbını dâima takdir edip onlara rağbet gösterdiler. Padişahlar, savaşta ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler. İşlerinde âlimlerle istişâre eylediler. Devlet nizamlarının hazırlanıp, düzenlenmesini ve teftişini onlara havâle edip, idârî mes’ûliyetlere onları da dâhil ettiler. Bunun için Osmanlı Devleti’nde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkıdeydi. Bu yüzden korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânunlar yapıldı.

Osmanlı Devleti, kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir ahenk, halk kitleleri arasında hiç bir fark ve tezada müsâade etmemekle, dünyâ târihinde milletler arası en kudretli ve cihanşümul bir siyâsî varlık teşkil etti. Osmanlı Devleti ve sultanlarının dâvâları da kendi tâbirleri ile “Nizâmı âlem” üzerinde toplanıyor, koca devletin hikmeti vücûdu ve cihâdı da, bu millî, İslâmî ve insânî esaslara bağlı bulunan bir cihan hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu. Bu düşünce, gerçekten Türkİslâm târihinde en yüksek derecesini bulmuş ve müstesna bir kudret kazanmıştı. Bu büyük siyâsî varlık, eski ve yeni devletlerden farklı olarak, ne dışta istilâ tehdidlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezhep mensupları ve grupların huzursuzluk endişelerine mâruz bulunuyordu.

Osmanlı cihan hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideali, şüphesiz millî şuur ve uyanış yanında asıl kaynağını İslâm dîni ve onun cihâd ruhundan alıyordu. Şeyh ve evliyanın himmetleri ile yükselen gazâ rûhu, küçük Söğüt kasabasından Bursa’ya ve bu medeniyet merkezinden de Rumeli’ne yayılıyordu. Bu arada Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve cihâd rûhunun yükselişinde tasavvuf da büyük kudret kaynağı idi. Gerçekten de Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselişinde tasavvuf tarîkatleri, şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır. Osman Gâzi ve haleflerinin etrafı din adamları ve evliya ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almıştır.

Nitekim Osman Gâzi, dâmâdı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh Edebâlî’ye intisâb ederek her hususta onunla istişarede bulunurdu. Kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına da İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti. Bu vasiyete lâyıkıyla uyan Osmanlı sultanları, fethettikleri yerleri, medrese, câmi, zâviye, imâret, dârülkurrâ ve türbeler ile kutsileştîrmişler, buralarda yetişen âlimlerle dünyâya İslâmiyet’i yaymışlar ve asırlarca maddî ve mânevî güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır.

Osman Gazi 1326’da vefat etti. Türbesi Bursa’dadır.

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 42