SultanlarTürk Sultanları

Sultan Mahmud Han I

O

sman­lı sul­tan­la­rı­nın yir­mi dördün­cü ve İs­lâm ha­lî­fe­le­ri­nin sek­sen dokuzun­cu­su. Sul­tan İkin­ci Mus­ta­fa Han’ın oğ­lu olup, 2 Ağus­tos 1696 senesin­de Sâlihâ Sul­tan’dan Edir­ne’de doğ­du. Okul ça­ğı­na gel­di­ği za­man ba­ba­sı­nın hocası Şeyhü­lis­lâm Fey­zul­lah Efen­di’den ders al­ma­ya başla­dı. Daha son­ra şehzâdeye, ho­ca ola­rak Feyzul­lah Efendi’nin oğ­lu İbrâhim Efen­di tâ­yin edil­di.

Şeh­zâ­de­li ğin­de, yüksek fen ve din ilim­le­ri­ni öğ­re­ne­rek yetiş­ti. Ba­ba­sı­nın taht­tan indiril­me­sin­den son­ra am­ca­sı üçün­cü Ah­med Han tarafından İs­tan­bul’a getirtilerek sa­ray-ı âmi­re­de bir dâire­ye yerleştril­di. Yetiştirilme­si­ne bu­ra­da da ihti­mam gös­te­ril­di

Bi­rin­ci Mah­mûd Han; çok ze­kî, an­la­yış­lı, ha­miy­yet­li, lü­tuf­kâr ve mer­ha­met­li idi. Hâ­di­se­le­ri ihmâl­siz ola­rak tâ­kib eder, dev­let iş­le­rin­de mut­la­ka is­ti­şa­re ya­par ve yap­tı­rır­dı. Ciddiyeti, vekârı, se­bat ve az­mi, fik­ri ta­ki­bi var­dı.
Hâ­di­se­le­ri soğuk­kan­lı­lık­la mü­tâ­laa edip, ace­le et­mez ve te­laş gös­ter­mez­di. Yir­mi beş se­ne süren sal­ta­na­tı boyun­ca İstan­bul’dan dı­şa­rı çık­ma­dı­ğı hâl­de, tâ­yin et­ti­ği de­ğer­li kuman­dan­lar­la, İran, Rus­ya ve Avus­tur­ya mu­ha­re­be­le­ri­ni idâre et­miş­tir. Tec­rü­be­li ve­zir­le­ri sadâret­te ve or­du se­ras­ker­lik­le­rin­de kul­la­na­rak mu­vaf­fak ol­du. 
Ye­ni­li­ği sever ve mem­le­ke­ti bu yol­da yük selt­me­ye gay­ret eder­di. Lut­fü ve merha­me­ti çok oldu­ğun­dan, dev­rin­de­ki İs­tan­bul yan­gın ve zel­ze le­le­rin­den za­rar gören­le­rin ıztırâbı­na samimiyet­le or­tak olup, ya­nan-yı­kı­lan yer­le­rin ye­ni­den ya­pıl ma­sı için pek çok yar­dım­da bulundu. İlim, sa­nat, ede­bi­yat mec­lis­le­rin­de­ki soh­bet­le­re ka­tı­lır ve “Seb­kâ­tî mah­la­sı” ile şi­ir­ler yazar­dı.

Sul­tan Mah­mûd Han, ül­ke­de pek çok îmâr fa­ali­yet­le­rin­de bu­lu­nup, ilim, kül­tür, sa­nat sahalarında çok kıy­met­li eser­ler yap­tır­dı. Ka­ğıt­ha­ne ci­va­rın­da­ki Bağ­çe­köy ile Ba­la­ban köy­le­ri ara­sın­dan ge­çen iki ça­yın su­la­rı­nı top­la­yan To­puz­lu Ben­di’ni yap­tır­dı. Bu­ra­da top­la­nan sularla, Tak­sim’de­ki de­po­dan, Top­ha­ne’de­ki Mey­dan Çeş­me­si ile Azap­ka­pı’da Sâ­li­hâ Sul­tan Çeşmesi ve Be­şik­taş, Ga­la­ta, Ka­sım­pa­şa, Te­pe­ba­şı semt­le­ri­nin çe­şit­li yer­le­rin­de­ki kırk ka­dar çeş­me­ye su ve­ril­di. Ahâ­li bol ve tat­lı su­ya ka­vuş­tu­rul­du. Pek çok sa­ra­yı, kas­rı, in­şâ ve ta­mir ettir­di. Be­şik­taş Sa­ra­yı’nın bir çok kıs­mı­nı ve Ba­yıl­dım Kas­rı’nı ye­ni­den yap­tır­dı. 
Yû­şâ Tepesi ci­va­rın­da­ki To­kat Köş­kü’nü do­na­tıp, Hü­mâ­yûn-âbâd ile Kan­dil­li Sa­ra­yı’nı îmâr etti­re­rek Ne­vâ­bâd is­mi­ni ver­di. Kan­lı­ca’da Mih­râ­bâd Kas­rı’nı yap­tır­dı. İs­tan­bul’da Ayasof­ya Câ­mii içi­ne, Fâ­tih Câmii kıble tarafında ve Ga­la­ta Sa­ray Oca­ğı’nda ol­mak üze­re üç, Belgrad’da bir kü­tüp­ha­ne yap­tır­dı. 

Aya­sof­ya Câ­mii Kü­tüp­ha­ne­si­ne sa­ra­yın ha­zî­ne oda­sın­dan pek nefis, kıy­met­li, na­di­de ki­tap­lar gön­der­di­ği gi­bi, dev­rin dev­let adam­la­rı da he­di­ye­ler­de bulunarakdört bin cild na­di­de ki­tap toplan­dı. Aya­sof­ya Kü­tüp­hâ­ne­si’ne İs­lâm âle­mi­nin en meş­hur hat­tat­la­rın­dan Yâ­kut-ı Musta’sımî, Şeyh Ham­dul­lah, Hâ­fız Os­man ve Haz­re­ti Ali’ye âit ol­du­ğu söy­le­nen Kur’ân-ı kerîm­ler de kon­du. Kü­tüp­hâ­ne­nin mas­ra­fı­nı kar­şı­la­mak için Cağaloğu’nda çif­te ha­mam yaptırıp, ge­lir­le­ri­ni vak­fet­ti. 
Aya­sof­ya’ya bi­ti­şik aşe­vi­ni yap­tı­rıp, hu­zû­run­da ter­tip­le­nen merâsim­le açıl­dı. Ga­la­ta­sa­ray Ocağı’nda yap­tır­mış ol­du­ğu kütüphaneye, sa­ray­dan kitaplargön­de­rip, açı­lış me­râ­si­min­de, kütüp­hâne­nin iki ta­ra­fı­na yaptı­rıl­mış olan çeş­me­le­rin ha­zî­ne­le­ri­ne şe­ker­li şer­bet dol­du­ru­lup hal­ka ik­ram edil­di. Nûruos­mâ­ni­ye Câ­mi­i’nin ya­pı­mı­nı baş­lat­tıy­sa da ve­fâtın­dan bir se­ne son­ra tamamla­na­bil­di. Be­şik­taş’ta Arab İs­ke­le­si Câ­mi­i, Rume­li Hi­sa­rı’nda İs­ke­le Câmi­i, Üs­kü­dar’da Sul­tan Mah­mûd Câ­mii ve Kan­dil­li, Defterdârkapısı, Tu­lum­ba­cı­lar Oda­sı, Ya­lı-köş­kü ile Yıldızte­pe mes­cid­le­ri­ni yap­tır­dı.
As­ke­rî alan­da da bâ­zı ye­ni­lik­ler yap­tır­dı. Tür­ki­ye’ye gel­miş olan bir Fran­sız ku­man­da­nı vâsıtasıy­la hum­ba­ra­cı oca­ğın­da ıs­lâ­ha­ta te­şeb­büs et­ti. İs­lâ­mi­yet’i ka­bul eden Fran­sız komutan Hum­ba­ra­cı Ah­med Pa­şa adıy­la meş­hur ol­du. Ah­med Pa­şa, Bos­na’dan ge­tirt­ti­ği üç yüz ka­dar hum­ba­ra­cı ile Üs­kü­dar Ayaz­ma Sa­ra­yı’nda bir ocak kur­du. Tı­mar­lı hum­ba­ra­cı­lar­dan ölen­le­rin ço­cuk­la­rı, ma­aş­lı bu hum­ba­ra­cı oca­ğı­na alı­na­cak­lar­dı. Her bö­lük­te bir oda­ba­şı ile iki ne­fer el­li ba­şı, üç ne­fer otuz ba­şı ve on ne­fer on ba­şı ve bir ça­vuş ilâ ve­kil­harç, ta­bib, cer­rah, imâm ve ho­ca bu­lu­nu­yor­du. Her ne­fe­rin yev­mi­ye­si on se­kiz ak­çe idi.
Ül­ke için­de ve dı­şın­da Os­man­lı Dev­le­ti’ne aza­met dev­ri ya­şa­tan Bi­rin­ci Mah­mûd Han, son yıllar­da ra­hat­sız ve hal­siz­di. 13 Ara­lık 1754’te çok ra­hat­sız ol­ma­sı­na ve he­kim­ba­şı­nın ha­re­ket etmeme­si­ni söy­le­me­si­ne rağ­men, cu­mâ se­lâm­lı­ğı­na çı­kıp, cu­mâ na­ma­zı­nı kıl­dık­tan sonra dönüşte De­mir­ka pı’da at sır­tın­da ve­fât et­ti. Ye­ni Câ­mi’de ba­ba­sı İkin­ci Sultan Mus­ta­fa’nın yanı­na defnedildi.

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 42