azıl Ahmed Paşa ‘nın mühürdarı Hasan Ağa ile Erzurumlu Osman Dede, Orta Avrupa ‘nın kapısı sayılan Uyvar’ın muhasara ve fethinde hazır bulunmuşlardı. Tarihimizin zaferler silsilesi içinde önemli bir yeri olan bu olayın hikâyesini, onların kalemlerinden sunuyoruz.
Budapeşte’nin 80 km kuzey batısında ve Viyana’nın 110 km doğusunda yer alan Uyvar kalesi, 17. yüzyılda doğudan Orta Avrupa’ya açılan en önemli kapıydı.
Köprülü-zâde Fazıl Ahmed Paşa sadaret gelişinin ikinci yılında ve ilk seferinde bu kapıyı kırmak üzere harekete geçince, Avrupa’da heyecan fırtınaları esti. Çünkü yarım asrı aşkın süreden beri, Osmanlı-Avusturya kapışması olmamıştı. Bu büyük sefer, Osmanlılar’ı bir sonun başlangıcı noktasına da getirebilir, onlara Viyana yolunu da açabilirdi.
Avrupa’nın bu en müstahkem kalesi olan Uyvar, Türk askerinin olağanüstü gayret gösterdiği şiddetli muhasaraya ancak 38 gün dayanabildi ve düştü. Olay, bütün Hıristiyan ülkelerde geniş yankılar uyandıracak ve o güne kadar görülmemiş ölçüde neşriyat yapılmasına yol açacaktı. Ve herhangi bir işte örnek kararlılık, azim, cesaret, şecaat ve yiğitlik gösterildiğinde, “Uyvar önünde bir Türk gibi kuvvetli” denilmesi, Avrupa’da atasözü halinde yerleşecekti.
Seferde bulunanlardan Fazıl Ahmed Paşa’nın mühürdarı Hasan Ağa “Cevahirü’t-Tevarih” ve Erzurum’lu Osman Dede “Tarih-i Fazıl Ahmed Paşa” isimli eserlerinde Uyvar’ın fethini tafsilâtıyla anlatmaktadırlar. Şimdi, konuyu onların kaleminden takip edelim:
Dört koldan muhasara
Ve 1074 (1663) Muharremi’nin 13. Günü Serdâr-ı Ekrem hazretleri, alay ile Uyvar kalesinin Beç kapısı tâbir olunan mahallin hizasında kurulan Otağ-ı hümâyûnlarına yerleştiler. Ol gece yeniçeri metrise girûp, Sadrıâzam hazretleri ortada, Serdar Ali Paşa sağ tarafta ve Yusuf Paşa sol canibde üç kol olmak üzere asker tertip ve ta’yin olunup, kaleyi dört taraftan muhasara eylediler. Kollara 14, 18 ve 24 vukıyye gülle atar, toplam 24 top konuldu. Teslim teklifinin reddedilmesi üzerine, sabah namazı kılındıktan ve kurbanlar kesildikten sonra toplara ateş verildi.
İlk dört günde gayretli çalışmalarla metrisler hendek başına yaklaştı. Nihayet kalenin Beç kapısı demekle maruf mahallin pişgahında hendek başında bir metin ve müstahkem tabyası olup içinde 4-5 yüz kadar melain bulunuyordu. Bunlar metris erbabına ziyade keder ve zarar verdikleri için tabyanın fethi en mühim işlerden biri haline geldi. Muharrem’in 18. günü (10 Ağustos) kuşluk vaktinde tabyadan metrisler üzerine biraz kâfir çıkmasıyla, yeniçeri gazileri ve biraz yaya sekbanları gülbank-ı tekbir ile kefere üzerine yürüdüler. Küffar tabyaya firar ettikleri gibi, ardlarınca tabyaya girip bir azim cenk oldu ki, tâbir olunmaz. Bi-lûtfillahi teâlâ cünd-i İslâm galip gelip tabyada olan müşrikinin çoğunu kılıçtan geçirip bakiyyetü’s suyûfı (kılıç artıklan) kaleye firar eylemekle guzât-ı İslam (İslâm gazileri) tabyayı zapt eylediler.
Kuburlar duvar dibinde
Serdâr-ı âli hazretleri kuburların ileri yürümesi için binefsihi gayret eylemelerinden nâşi, gecelerde 5-6 saate değin kabur ağzında oturup ve gündüzlerde toprak sürülen yerde dimen-i dermeyan ihtimam olurlar idi. Hatta bir gün bir gece yağmur yağıp, metrislerde gezilmek kabil değil iken, Sadr-ı âli dizlerine dek balçık içinde metrisleri dolaşıp her sınıfa sayısız ihsan ile cenk ve harbe teşvik etmişti. Onun iş görülmesi için ziyade gayretini gören metris halkı, yüzüne karşı dualar eyleyip, “Sizin gibi serdâr’ın uğurunda ve din ve devlet yolunda baş ve canlarımız fedadır” diyu, gazâ yolunda sebat-kadem ve metanetlerin izhar eylediler.
İşte bu çalışmalar sonunda, kuburlar hendeğin üç kulaç derinliği suyu karşu yakaya çıktı. Amma küffar gece gündüz kuburlara ziyade takayyüd iderdi. Zirâ bilürdü başına ne gelür? Vezir-i âzam kolunda olan kubur, ibtida duvara yanaştı. Amma hayli zahmet çekildi. Küffâr-ı hâksâr, birkaç defa kuburu topla vurup bozup yıkardı. Akşamdan yine sabaha dek, ol yıkılan yeri tamir ederlerdi. Çün bu hal üzere olmadı. Kuburun bazı tarafından bu kadar bin kütük ve bu kadar bin torba toprak yığılup, karşıdan topa siper oldular ve kubur önüne kütükten siper eylediler. Ve kuburun üstüne dahi büyük direkler kodular. Ve kuburların üzerine torba kodular ki, yukarıdan kale bedeninden kurşun urulmaya. Bu hal ile kuburu emin bir şekilde işlediler.
Topçuların başarısı
Amma bizim topçularımızın haddi zatında hakkı yenmez. Küffarın topun urup, pâre pâre iderdi. Birkaç defa küffarın topunun parçaları bizim topumuz darbından metrislere düştü. Ve ol parçaları efendimiz önüne gitürürlerdi. Topçulara mübâlaga ihsan ederdi. Çünkü küffarın beş-altı pare büyük topun kırdık. Küffar-ı bî-din artık gündüz top atamaz oldu. Baş göstermeğe korkardı. İslâm askeri topcusu yine topumuz kırar. Heman topu gece ile atmağa başladılar. Bir gecede vezîr-i âzam kuburuna 25 top attılar. Kubur yıkıldı. Sabah oldukta, meğer kubura asla zarar ermemiş. Bunca toprak ve kütük ve torbayı geçmek nice mümkün? Küffâr-ı bî-din bir hal üzere derman edemez oldu. Gece ile de top atamaz oldu.
Berüden ise Vezîr-i azam, her topun başına ağalarından birer ağa tayin etti. Böyle tenbih ederdi ki, “Her bâr ki kefere bir top atarsa siz üç top atun” der idi. Bi-hamdillahi teala, küffarın gerek olan topları helak olduktan sonra kuburlarımız karşı duvara yapışıp geçe-cek yol oldu.
Sıra serdengectilerde
Serdengeçtiler karşı duvara hücum edip vardılar. Zîra küffarın karşı yakada duvar dibinde şaranpo tabir edilen kazıklar vardı. Ol kazıkların dibinde büyük hendek kazılmıştı. Burada kıyametden nümûne bir cenk ve pürhâş eyleyen serdengeçtiler, ol küffarın duvar dibinde olan metrisini aldılar. Ve pekçok kelle kesip birkaç dil (esir) ele geçirdiler. Bi-inâyetillâhi teâlâ kale duvarına el vurdular. Amma küffâr-ı hâksâr, karşı geçen serdengeçtiler üzerine ateş saçup bunca fuçılar içine barut ve sâz koyup yukarıdan zencir ile atardı. Bunca taş yağdırdılar. Bunca el kumbarasın, bunca kovan arusun aşağı duvar dibinde olan ümmet-i Muhammed’e atarlardı. Amma serdengeçtinin hali budur.
Sonra vezir lâğıma mübâşeret ettirdi. Kurbanlar boğazlattı. Duvar gedüğüne lağımcılar el urdu. Meğer küffar dahi içeriden külünk ile tak tak ederdi. Yani, “Siz hazır iseniz biz dahi içerüde hazırız. Heman zahmet çekmeyin lâğım idemezsiniz” diyü. Berüden İslam lağımcıları medet sultanım lağım duyuldu. Ve zir dahi bir başka yerden mübaşeret edin dedi. Tekrar lağımcılar duvara el vurduğunda, küffar-ı haksar yine içeriden külünk ile vurup hazırız dediler. Üç defa bu hal ile mübaşeret olunur iken, “Ya buna çere nedür?” diyü Sadrıâzam buyurdu. Ve Rumeli Beylerbeyisi ile müşavere eyledi. Mezkur Rumeli Beylerbeyisi önce sağ kol idi. Sonra Rumeli Beylerbeyisi şehid oldukta, sağ kol olan beğisine Rumeli iki tuğuyla ihsan olundu. Zira o kale muhasarasında çok üstad idi. Ve müstakim, doğru adam idi. Sadrıazam ona buyurdular ki: “Buna çarenüz nedir? KüfIar 3-4 defa lağımlarımızı duydu. imdi artık lağım olmaz.” Ali Paşa: “Heman kale duvarının kökün kazarız. Ve içerü kala duvarının yanına doğru oyanz ye oyulan duvan direkler üzerine alırız. Tamam olduktan sonra ol duvara ateş verip duvar yer ile beraber olur.”
Duvar Yerle Bir
Vezlr-i azam Ahmed Paşa, bu tedbiri akıl mizanına getürdü ve fikr eyledi. Ma’kuldür diyu lağımcılara emreyledi: “Varın mübaşeret eylen. Allahü teala işinizi asan eyleye.” Ve lağımcı başısına hayli ihsân eyledi. Şair lağımcılara dahi hayli bahşiş verdi. Ol gece can hakkıyla mübaşeret eylediler ve sabaha dek yirmi arşın kadar duvarın kökün kazıp oydular. Sonra azim direkler üzerine aldılar. Öyle ki ol oyukda adam eğilip yürürdü. Çün sabah oldu. Ol direkler ateşe urulduktan sonra, 3-4 balyemez top urdular. Ol duvar hak ile yeksan oldu. Ve hendekin suyun doğru uçtu. Azim büyük gedik açıldı. Büyük top ol yere vursa, fındık kayaya vurmuş misâli olurdu. Meğer lağım ola. Çün küffâr kale duvarını bu hal üzere gördü. Akılları başlarından gitti. Amma yukarı kale bedenine çıkmak nice mümkün? Duvar yıkıldı amma, dolma toprak azim bayır oldu, asıldı.
Şimdi bir taraftan yıkılan yerden içerüye doğru kazıp lâğıma mübaşeret ederken diğer taraftan serdengeçtiler, iki defa yukarı kale bedenine çıkmağa yürüyüş ettiler. Amma yukarusunda el ayak tutmak olmaz. Toprak dağa tırmaşı tırınaşı çıkmak murad ederken, yukarıdan dinsiz küffar tüfenk, el kumbarasıve taş yağdırdılar. Berüde asker-i İslam metrislerden balyemez toplarla ve tüfenk-endâz ile küffârı urdular. Küffârın öyle bir kuvvet-i kalbi var ki, yukarı bedenine çıkılmaz. Amma bizim kuvvet-i kalbimiz var ki, lağım asan vechile topraktan içeri doğru 15 kulac gitti. Ayrıca serdengeçti şehbazları, kendülerin ye-nemeyip yukarı yürüyüş eylediler. Ve üç-dört saat kadar cenk cidal idüp, yine aşağı indiler. Bir-iki yüz kadar mücahid, kimi şehid ve kimi yaralı oldu. Amma küffardan çok kefere kırıldı.
Vire Bayrağı Çekiliyor
Kefere bu hal üzere asker-i İslam’ın yürüdüğün gördü. Ya bunlara yol ola nice yürüyüş ederlerdi. Hayli ibret alup nice hayrete gark oldular. Berüden lağımlarımız hazır ve yürüyüş olmağla tenbih olunup kefere-i bi-din başına ne geleceğin bilüp ilmü’l-yakîn ve ayne’l-yakin gözleri ile muayene ve müşahede idüp kal’alarından bi’l-külliye kat’ı ümid eylediler.
Böylece mâh-ı seferi zafer-i eserin 21. günü (24 Eylül 1663) küffâr-ı bî-din, vire bayrağın Bec kapısında dikti. Kale içerisinden iki belli başlı kafir çıktı ve efendimize gelip buluştular. Dediler ki: “Devletlü vezir kalenizi Allah mübarek eyleye. Lakin bize emn ü eman ver ki malımıza, cammıza zarar olmaya”. Efendimiz dahi bunlara ahd ü emân eyledi.
Kendilerine aman verip istedikleri yere sağ salim ulaştırılacaklarını belirten Fazıl Ahmet Paşa, “Siz iyi cenk ettiniz. Sizin suçunuz kalmadı. Çâsârınız utansın. Zîra size imdad göndermedi” buyurdu.
“Utanmazsanız tabl döğün”
Birkaç madde rica eylediler. Biri, malımıza ve canımıza zarar olmaya. Biri dahi Tater yüzün görmemek için ordudan geçmeyelim. Biri dahi, bizler kaleden çıkmayınca İslam askeri girmeye Biri dahi, bol miktarda zahire verile. Biri dahi, kaleden çıkdıkda bayrağımız açıp tabılımızı döğerek gidelim dediklerinde, Sadnazam hazretleri:
“Utanmazsanız tabl döğün ve boru dahi çalın ve bayrak açın” dediler. Ol saat gedikler ve kale bedenleri zabt olundu. Ertesi gün, kaleden küffârın cümle rical ve nisası çıkarılıp muhafazaları için vezir Kaplan Paşa ve bir miktar asker tayin olunup Komran kalesine gönderildiler. Böylece Viyana yolu üzerindeki bu en müstahkem Avusturya kalesinde Türk bayrakları dalgalanmaya başladı.
|