nadolu’nun kapılarını İslâmiyete açan Sultan Alparslan, “Biz Türkler, temiz Müslümanlarız. Bid’at nedir bilmeyiz. Onun için Allah bizi aziz kıldı!” diyerek muvaffakiyeti temiz inançtan bilmiştir.
Türkler, öteden beri muharip bir milletti. Uzun harplere, seferlere, tabiî şartlara mukâvemetleri güçlüydü. Müslümanlığa girdikten sonra, yeni dinlerini gönülden benimsediler. Eski âdetlerinden buna uymayan hususları tamamen terk ettiler. Eski günleri de özlemediler.
Bu hasletleri, onları İslâmiyetin bayraktarı yaptı. İslâmiyet, Türklerin elinde geniş topraklara yayıldı. Avrupa içlerine, Çin ve Sibirya’ya dayandı. Buna, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi deniyor. Türkler, Hıristiyanlığın merkezi olan Roma’ya “Kızılelma” demişler ve fütuhatlarının nihaî hedefi olarak burasını tesbit etmişlerdi.
Güzel Ahlâkın Neticesi
Türklerden, İslâmiyet uğruna ilk cihada girişen Karahanlılar oldu. Uygurların Müslümanlığına vesile oldular. Gazneliler de, Afgan ve Hindlileri İslâmiyete kazandırdı. Anadolu’nun fethinden sonra İslâmiyet Türklerin eliyle Roma topraklarında yayıldı. Yerli halkın yanı sıra, Balkanlarda Pomak, Arnavud, Boşnak, Makedon (Torbeş) ve Patriyotiler; Kafkasya’da Moğol, Gürcü, Laz, Abaza ve Çerkezler; öte yandan Rum, Ermenî, Yezidî gibi Anadolu’nun yerli halklarından bazı kitleler Türkler vesilesiyle gönül rızâsıyla Müslüman oldu.
Türk sultanları, ülkelerindeki cemaatler arasında, sosyal, kültürel ve dinî bakımından herhangi bir fark kabul etmediler, herkese eşit hak ve adalet tanıdılar. Türklerin müsâmahasını ve güzel ahlâkını görerek Müslüman olan gayrımüslimlerin sayısı hiç de az değildir.
Haçlı Seferlerini defalarca durdurmak, Selçuklu ve Osmanlılara nasib oldu. Bu sayede İslâm dünyası müthiş bir felâketten kurtuldu. Yüz binlerce Müslümanı öldüren ve önünde kimsenin duramadığı Moğol ordusunu, yine bir Türk, Mısır Memlûk Sultanı Baybars durdurdu.
”İ’lâ-yı kelimetullah” denilen, Allah’ın ismini (dinini) her yere duyurmak ve yaymak düşüncesi, fütuhâtı Hıristiyan dünyasına dönük olan Osmanlı Devleti’nde, en yüksek seviyeye ulaştı. XVI. asırda yeryüzündeki dört büyük müstakil İslâm devletinden üçü Türk idi: Osmanlı, Gürgâniye ve İran Devletleri. Dördüncüsü bir ara Osmanlılara bağlı olarak yaşayan Fas Sultanlığıdır. Türkler sayesindedir ki Müslümanlar uzun asırlar boyu birlik ve beraberlik içinde yaşamıştır. Türk hâkimiyeti Hindistan’da 1858; İran’da 1925’e dek sürdü.
Türkler asırlar boyunca, İran kavmiyetçiliğini sembolize eden ve İslâm birliğini tehdit eden Şia inancıyla çok mücâdele ettiler. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Bağdad’a girerek halîfeyi Şiî Büveyhoğulları’nın esâretinden kurtardı. Selçuklu kumandanlarından Salâhaddin Eyyûbî de İslâm ülkelerini karıştırmak üzere propaganda faaliyetleri yürüten Mısır’daki Şiî Fâtımîleri ortadan kaldırarak İslâmiyete büyük hizmet etti.
Yavuz Sultan Selim de, Anadolu’da ajan faaliyetinde bulunan Safevî Devleti‘ni bozguna uğratarak, Hurûfîlerin gücünü minimuma indirdi. Osmanlılar, ayrıca, XVIII. asrın sonlarında ortaya çıkan Vehhâbîleri de sindirdi. Türkler olmasaydı, İslâmiyetin ilk zamanki saflığıyla bugüne intikal edeceği şüphelidir. Nitekim Türk hâkimiyetinin çöktüğü son asırda, İslâm ülkeleri ya emperyalist devletlerce işgal edilmiş; ya da bu heretik grupların veya sosyalist ihtilalcilerin hükmüne girmiştir.
Türklerde Âlim Yok Mu?
Türkler, İslâm âleminde asırlar boyu hep hâkimiyeti ellerinde tuttular. Bu sayede İslâmiyet bir hayat dini olma sıfatını devam ettirdi. Türk devletlerinde din ve fen ilimlerine çok ehemmiyet verildi. Karahanlılar zamanından itibaren pek büyük âlimler yetişti. Usul-i fıkıh ilminin esasını ilk defa bunlar kurdu. Hakîm-i Şehîd, Kerhî, Hindüvânî, Ebü’l-Leys Semerkandî, Ebû Bekr Hârezmî, Debbûsî, Hulvânî, Pezdevî, Hâherzâde, Sadrü’ş-Şehîd, Nesefî, Buhârî, Serahsî, Kâsânî, Kâdıhan, Merginânî, Üsrüşenî ve ismini sayamayacağımız kadar çok sayıda hukukçu bu coğrafyada ve Türkler arasından çıktı. Ebû Mansur Mâtüridî, Semerkandlı bir Türk idi.
Gazne, Semerkand, Buhârâ, Delhi, Kazan, Herat, İstanbul gibi kültür merkezlerinde tanınmış Türk âlimleri yetişti. İbni Melek, Molla Fenârî, İbnü’l-Hümâm, Hızır Bey, Hayâlî, Molla Hüsrev, Sa’dî Çelebi, Şeyhzâde, Halebî, Taşköprüzâde, Birgivî, Ebussuûd, İbni Kemal, Hâdimî hep Osmanlı ülkesinde yetişmiş Türk asıllı âlimlerdir. Ahmed Yesevî, Bahaddin Buhârî, Ubeydullah Ahrâr, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Hacı Bayram Veli gibi mutasavvıflar da, hep Türk hâkimiyeti devrinde yetişti. Bunlar, Anadolu ve Rumeli’nin Müslümanlaşmasında; millî birlik ve beraberliğin, ayrıca cemiyet nizamının muhafazasında mühim rol oynadı.
Osmanlılarda halk ve devlet adamları Türkçe konuşmakla beraber, İslâm dininin aynı zamanda dünya işlerini de tanzim etmesi sebebiyle Türkler Arapça’yı ilim dili olarak muhafaza ederek saf bir biçimde günümüze kadar intikalini sağladılar. Arapça’nın gramerine dair eserleri de hiç Arap ülkesinde yaşamayan Türkler yazmıştır ki, İmam Birgivî bunlardan en meşhurlarıdır.
Fen ve Sanatta Birinci Sınıf Eserler Verdiler
Müslüman Türk devletlerinde sadece din ilimlerinde değil; müsbet ilimler sahasında da büyük ilerlemeler kaydedildi. Trigonometrinin kurucularından Bîrûnî ile İbni Türk, matematik ilminin doğudaki başlıca temsilcileri oldular. Algoritma ve cebirin babası Hârezmî; astronom Uluğ Bey hep Türk asıllıdır.
Kâğıt, matbaa, barut, pusula, orijini Çin bile olsa, Uygurlar tarafından geliştirilip dünyaya tanıtılmıştır. Semerkand, zamanında, en kaliteli kâğıt imal edilen yer idi. Selçuklular devrinde bilhassa tıp ilmi çok gelişti. Anadolu’da birçok tıp fakültesi, hastahâne kuruldu. Akıl hastalarına ilk defa hasta muamelesi yapıp tedavi eden Türkler oldu.
Pirî Reis, Seydi Ali Reis, Kâtib Çelebi, dünya çapında coğrafya âlimleri olarak kabul gördü. Yeni kıtaların keşfinden hemen önce bu coğrafyacıların yaptığı ve aslına oldukça yakın haritalar herkesi hayrete düşürmektedir.
Türklerin yaşadığı şehirler, dünyanın en kalabalık ve en mamur şehirleriydi. Asya içlerinden Akdeniz’e, Oğuz bozkırlarından Hindistan ortalarına ve Mısır’a kadar uzanan geniş sahada o devrin Türk devletlerinden kalma çoğu birinci sınıf sanat eserleri görenlerin gözünü kamaştırmaktadır. Türkler bu çağda sanat dünyasına mühim yenilikler getirdiler. Kendilerine has bir üslup kullanarak İslâm medeniyetini inkişaf ettirdiler.
Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci