oplumları millet yapan ve dil, din ve ahlâk, örf ve âdetler, millî alışkanlıklar ve zevkler, hukuk, sanat, milli tarih şuuru, ideal birliği, tesis teşkilât ve sanat eserlerinden meydana gelen ahenkli bütüne “millî kültür” diyoruz. Başta Türkiye olmak üzere, bütün Müslüman ülkelerin kültürleri, kültür emperyalizmine maruz kalarak tahrip edilmektedir!
1311’de Papa’nın emriyle Hıristiyan ülkelerde kurulan “Şark Kürsüleri”nin asıl hedefi. Doğu ülkelerinin millî kültürlerini tahrip ederek, onları hissettirmeden sömürmektir. Bugün, “Doğu Dilleri Okulları” adı verilen bu eğitim kurumlarında, kurulduğu tarihten itibaren misyonerler, ajanlar ve casuslar yetiştirilmektedir. Batılılar bununla yetinmeyip hedef ülkelerde misyoner okulları açarak, o ülkelerin içinde de misyonerler yetiştirdiler.
Osmanlı Devletinde Tanzimat’tan itibaren kurulmaya başlayan misyoner okullarının sayısı 1870-1890 yılları arasında 705’e ulaştı. Batılıların Müslüman ülkelerdeki birinci hedefi dinî inancı yıkmaktı.
Bu maksatla misyoner ajanların bir kısmı fen ve din yobazları olarak faaliyet gösterirken, bir kısmı azınlıkları isyana kışkırtıyor, misyonerler ise Hıristiyanlık propagandası yapıyorlardı. Fen yobazları olarak ortaya çıkan misyoner ajanlar “bilim” adına dini inkâr ederken, din yobazları kisvesinde faaliyette bulunanlar, bilim ve teknolojideki her yeniliği “gâvur icadı” diyerek damgalıyor ve bunlardan din adamı olarak rol alanlar içki, kumar ve zina gibi fiilleri açıkça işliyorlardı.
Müslüman ülkelerde, başta gençler olmak üzere, birçok insan, din adamı kisvesindeki misyoner ajanlarının bu hallerini gördükleri için dini inançları “misyoner oyunu” ile böylece tahrip ediliyordu! Misyoner Massignon, Müslüman ülkelerdeki tahribatı şu sözlerle ifade etmiştir: “Onların her şeylerini tahrip ettik. Dünya görüşleri, dinleri mahvoldu, artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve terör için uygun bir hale geldiler…”
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde 1934-1935 yıllarında görev yapan Alman bilim adamı Prof. Fritz Neumark, Avrupalıların bütün Müslüman ülkelerde İslâm dinini yanlış yönlere kanalize ettiklerini söyliyerek, bu acı gerçeği doğrulamıştır. Müslüman ülkelerde geçmişte misyonerlerin yaptıkları tahribat, günümüzde Batılı okullar ile yıkıcı medya ve kiralık ajanlar tarafından gerçekleştirilmektedir.
Asıl Tahripçi Ataç
Türkiye, esas itibariyle 1839’dan beri Batı’nın, 1917 yılından itibaren de komünizmin kültür emperyalizmine maruz kalan ve millî kültürü devamlı olarak tahrip edilen bir hedef ülkedir. Batının misyoner ajanları, birinci hedef olarak, İslâm inancını yıkmaya çalışırken, komünist ajanlar, bunun yanısıra dilimize saldırmayı da aynı derecede önemli saymışlardır. Komünist kültür emperyalizmiyle beyinleri yıkananlar da komünist ajanlar gibi faaliyette bulunmuşlardır.
Dilimizi tahrip edenlerin en önde geleni Nurullah Ataç olmuştur. Ataç ve onun arkasından giden dil tahripçileri, Türkçe Dilbilgisine aykırı olarak türettikleri uydurma kelimeleri dilimize sokarak, genç ve yaşlı nesillerin arasına, dil, düşünce ve görüş ayrılığı getirmiş, millî tarihimizle olan bağları koparmıştır.
Dil, halkın anladığı ve halkın konuştuğu lisandır. Ülkemizdeki dil tarhipçileri, Türkçe’ye malolmuş, halkımız tarafından anlaşılan ve kullanılan Arapça ve Farsça asıllı kelimeleri atarak bunların yerine, halkımızın anlamadığı uydurmalarını kullanmışlardır. Bu kelimeleri atarken, dil tahripçilerinin birinci hedefi, Türk insanının dini inancı ile olan bağlarını koparmaktı. Ayrıca bu maksatla, Türkçe’ye malolmuş kelimelerin imlâsında değişiklik yaparak, kısmen de olsa aynı hedefe varmak istemişlerdir.
Bu görüşün etkisiyle, dilimizdeki inceltme ve uzatma işaretleri 12 Eylül 1980’den önce kaldırılmıştır. Bu işaretler kaldırılınca, yalnız telâffuz daha kaba olmakla kalmamış, aynı zamanda âdet, âlâ, âdem, âlem, âşık, merkezî, hâlâ, hulûs, kâr, nâzım, şahsî, tâbi, ulûm, vâkıf, kelimelerinde olduğu gibi, anlam tamamen değişmiştir. Bu hata, basit bir yanlışlıktan ibaret olmayıp, millî kültürün katledilmesidir!
Nitekim bu durum, başta T.D.K. olmak üzere, devletin yetkili makamları tarafından anlaşılarak bu işaretlerin tekrar kullanılmasına 1981’de karar verilmiştir. Dildeki tahribat, yalnız uydurma kelimelerin kullanılmasından ibaret değildir. Türkçe karşılıkları olduğu halde, Batı dillerine ait, kelimelerin dilimize sokulması da ayrı bir tahribattır. Nihaî hedef ise, millî kültürümüz, dolayısıyla millî bütünlüğümüzdür.
Prof.Dr.İsmet Miroğlu