Dil ve EdebiyatTürk Dili

Türkçe’miz, Ah Türkçe’miz

G

üzel Türkçe’mizin genel durumuna, konuşma ve yazma estetiğine dâir o kadar çok şey söylenebilir ki… Hele bu konuya piyasada satışta olan 50 bin tür kitabın devr-i dâim yaptıgı Babıâli’den (Cagaloğlu) bakacak olursak, daha enteresan tesbitler karşımıza çıkar.

    Evvelâ, Türkçe’mizi söz ve mânâ sanatlarıyla, musikîsiyle, lirizmiyle (akıcılığıyla), hâsılı bütün zenginlikleriyle konuşup yazmaktan gittikçe uzaklaştığımızı belirtmek gerekir. Batı dillerinden gelen kelimelerin dilimizi tek kelimeyle istilâsı, hakikaten “korkunç” denecek boyutlardadır. Bir de bunu daha “entel” ve “çağdaş” görünmek için yapmaz mıyız? Aman yâ Rabbî!

    Ya uydurmacılık? “Etik”ler, “betikler, “devinim”ler, “yazınsal’lar, “yaratsal yetenekler, şunlar, bunlar… Necip Fâzıl merhumun ifadesiyle tam bir “kurbağa dili”… Dilimizi cidden “sal”a koyup “sel”e verdiler!

    Geçenlerde eski tüfeklerden bir politikacının televizyon konuşmasından şu cümleyi not ettim: “Hukuksal aktiviteye dayalı içtimaî konsensus bir an evvel yaratılmalıdır!” Bu cümle bile tek başına Türkçe’nin 2000’lerde arzettiği vahim manzarayı kavramaya yetecektir. Ne Batlı, ne Doğulu, ne de yerli…

    Halbuki güzel dilimiz Türkçe’de bazen bir kelime, mecazlarla ve kendisinden doğan deyimlerle 50 – 60
mânâ ifâde edebilmektedir. Konuşurken veya yazarken kaçımız bunun şuûrundayız?

    Değerli edip ve yazar Nihad Sami Banarlı, Türkçe’nin musikîsini ve ses güzelliğini ortaya koyduğu “Türkçe’nin Sırları” isimli meşhur eserinde “düşmek” fiilinin 30’dan fazla mânâsını bir bir sıralamıştır.

    İstanbul Türkçesi

    Eskiden “İstanbul Türkçesi” vardı; en sâf, en sâde, en zarîf Türkçe’ydi… 20 milyon nüfuslu istanbul’da istanbullu kalmadı ki, “İstanbul Türkçesi” de yaşasın!

    Mâzî istanbul’unun yok edilmekten kurtulabilmiş çıkmaz sokaklarında doğma büyüme istanbullu 70’lik bir beyefendiye rastlarsanız, lütfen konuşturun onu… Gerçi televizyon giren evden ilk çıkan şey, o güzelim “İstanbul Türkçesi” olacaktır mutlaka… Ama belki de kıyıda köşede kalmış gerçek bir “İstanbul beyefendisi” bulur, güzel Türkçe’mizin onun konuşmasındaki letafet ve nefasetine şahit olursunuz!

    Değerli dil âlimi merhum hocam Prof. Dr. Muharrem Ergin, uydurma ek ve köklerle kelime türetmekten, Türkilizce konuşmaktan söz açılınca şu muazzam tesbitlerde bulunmuştu:

    Siz hiç bir turistin “Ben Sümer’im, Asur’um, Akad’ım, Hitit’im!” dediğini duydunuz mu? Mutlaka “İngiliz’im, Fransız’ım, Alman’ım!” filân diye kendini tanıtacaktır. Neden? Çünkü o milletler dillerini kaybedip İngilizce, Fransızca, Almanca konuşmuşlar; yâni “asimile” olmuşlar. Demek ki dilini kaybeden bir millet, başka milletlerin sömürgesi olarak eriyip kaybolmaya mahkûmdur. Bâzı dahilî ve haricî bedhahlar, Türk milletinin diliyle bu yüzden oynuyorlar. Aman dikkatli olalım, uyanık davranalım!

    Mücadelenin Yolu

    Batı kaynaklı veya uydurma bir kelimeyle her karşılaşmamda, rahmetli Ergin Hoca’mızın bu îkazlan gelir hatırıma… Bir de kadîm dost, münevver kültür adamı merhum Ziyad Ebüzziyâ Bey’in şu formülü:

    Uydurma ve ecnebî kelimelerle mücadele etmenin en kestirme yolu, o kelimeleri kullanmamaktır!

    Evet, en güzel ve tesirli kurtuluş yolu da bu olsa gerek… Aksi halde dönüşü imkânsız noktalara geldikten sonraki âh u vâhların faydası olmaz!

    Düşünebiliyor musunuz, bin küsur yıldan beri kullandığımız o güzelim “hareket” kelimesinin yerine, “devinim” diye nesebi gayrı sahih birşey uydurmuşlar. “Dünyanın ay ve güneş etrafındaki hareketi” yerine “devinimi” diyeceksiniz… Zevksizliğin, hissizliğin, kabalığın bundan daha “dev”i olur mu Allah aşkına! Yazık, çok yazık!

Dr. Abdülkadir Akgündüz

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128