ültürlü bir kimsenin bildiği kelimelerin sayısı, günlük konuşmalarında kullandığı kelimelerin sayısından çok fazladır. Günlük konuşmayı, günlük yaşayış tarzı tayin eder. Bazı insanlar konuşmaktan pek hoşlanmazlar. Uzun uzun açıklanması gereken sorulara bile kısa bir cümle ile hattâ bir mırıltı ile cevap verirler. Buna karşılık incir çekirdeğini doldurmayan bir konuyu alabildiğine uzatan kimseler vardır. Bunlara “geveze” denilir ve böyle tiplerden pek hoşlanılmaz. Hoşsohbet insanların konuşmaları, dinleyenlere zevk verir.
Hitabet ve konferans gibi konuşma şekilleri de vardır. Umumiyetle önceden yazılan ve kâğıda bakarak okunan konferanslar yazı ile konuşma arasında yer alırlar. Konferansın yazıdan farkı, belli bir topluluğa hitap etmesidir. Hitap edilen topluluk konferansın konusu gibi kullanılan kelimeleri de tayin eder.
Yazı dili konuşma dilinden çok farklıdır. Ben kültür dili sözü ile yazılı metinlerin dilini kasdediyorum. Kültürlü insan çok kitap okur. İlgisinin ve bilgisinin sınırını tayin etmek hemen hemen imkânsızdır. Kültürlü bir insan olan Prof. Dr. Kâzım ismail, tarihçi Prof. Dr. Mükrimin Halil için “Herkes kitap okur, o kütüphane okur” derdi.
Mükrimin Halil’i yakından tamdım. Türk ve islâm tarihini çok iyi bilirdi. Fakat bir tarihçinin bilmesi gereken felsefe, sosyoloji, iktisat, hattâ tarih felsefesi ve tarih metedolojisi konularına karşı ilgi duymazdı. Yazı yazmaktan da hoşlanmazdı. Eskiler gibi “ilim satırda değil sadırda olmalıdır” derdi. Bu yanlış bir görüştür. Sözlü ilim olmaz. İlim, felsefe ve kültür, durmayı ve düşünmeyi gerektirir. Durmadan değişen konuşma, açık seçik, sağlam ve derin düşünmeye elverişli değildir.
Kitapsız ilim olmaz. Türk üniversitelerinin geri kalma sebeplerinden biri kitaba gereken önemin verilmeyişidir. İlim büyük nisbette kültüre girmekle beraber, kültür kelimesi daha geniş bir mânâ taşır. Kültür yalnız bugünkü eserleri değil, eski eserleri de içine alır. Din, edebiyat ve felsefe, kültürün en büyük kaynaklarını teşkil eder. Bunlar arasında derin, sürekli, karmaşık münasebetler vardır.
Kendi mille tinin dinine edebiyatına, felsefesine karşı ilgi duymayan ve bunlarla ilgili kaynak eserlerle beslenmeyen bir fikir ve sanat adamının ve politikacının düşüncelerinin çok sığ olacağı tabiidir. Kaldı ki, kültürlü bir insan en az bir yabana dil bildiği gibi, bu dilde yazılan eserleri de okur; yalnız kendi milletinin değil, bütün insanlığın meydana getirdiği eserlerden de faydalanır. Osmanlı aydım Türkçe yazılmış eserlerden başka, dünyanın en büyük kültür dili olan Arapça ve Farsça eserleri de ezberlercesine okuyordu. Duygu, düşünce ve hayal dünyası bundan dolayı çok zengindi.
Türkler en eski çağlardan beri kendi dil ve kültürlerinde bulunmayan şeyleri başkalarından almaktan çekinmemişlerdir. Valery: “Aslanın vücudu yediği hayvandan oluşur” der. Yaşayan her varlık, kendisini besleyen gıdayı dışardan alır ve kendi bünyesine karıştırır.
Kültür eserleri, kullanılan kelimelere bağlı olduğu için, zaruri olarak anadile yabancı kelimeler girer. Bunlar birike birike bir okyanus teşkil ederler. Dünyada saf hiç bir ilim ve kültür dili yoktur, özleştirmecilik, bu bakımdan tarihin akışma ve kültüre aykırıdır. O bir beyin yıkama vasıtasıdır, öztürkçecilerin düşüncelerinin ipi kopmuş balonlar gibi havada uçması kafalarında tarihi kültür mirasının bulunmayışı ile açıklanabilir.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan