Dil ve EdebiyatTürk Dili

Dil ve Kültür Yıkıcılığı

B

u yazıya koyduğumuz başlığa şaşanlar olacaktır. Mantık ve bilim anlayışına ters düşmüş görünen böyle bir başlığa elbette şaşılır. Ama, şaşmayın sayın okuyucularım. Aşağıda yapacağımız kısa bir açıklama, gerçeği gözlerimizin önüne serecek ve asıl o zaman hep birlikte şaşıp kalacağız!,..

Biz biliriz ki, yerli ve yabana dilbilim kitaptan yazarlar ki, sosyoloji ilmi ve dil felsefesi der ki: dil ile insan, insan ile o insanın duygu ve düşünce dünyası; bir insanın duygu ve düşünce dünyası ile bağlı bulunduğu toplum ve millet varlığı, bir millet ile onun kültürü arasında çözülmez bir bağ vardır. Bu bağlantıların odak noktası dâ dilde toplanır. Çünkü insan, dili ile konuşur. Çevresi ile olan ilişkilerini dili ile yürütür. Dili ile düşünür. Dili ile eser verir. Dili ile ilim yapar.

Toplumunun kültür değerlerini yine dilin aracılığı ile benimseyebilir. Bu değerler dünden bugüne, bugünden yarma dil ile aktarılabilir. Kültür de ancak gelişmiş ve olgunlaşmış bir dil ile yaratıcılığa yönetebilir. Sözün kısası dil bir milletin gören gözü, tutan eli, işiten kulağı, düşünen beynidir. Onun manevî gücünün eseri, gelişme temposunun kronometresidir.

Milletlerin tarihleri, san’atları, edebiyatları, folkloru, ilimleri ve yaratıcılıkları hep dillerinde yaşar. Böylece, sosyal yapının sadık bir aynası durumunda olan dil, olumlu yöndeki gidişi ile bir kültür yaratıcısı, bir kültür koruyucusu ve bir kültür aktarıcısıdır. Dolayısıyle kültür varlığına paralel olarak yol alan millet varlığının da güvencesidir. Bundan dolayı her millet kendi dili üzerine titrer, ona ayrı bir özen gösterir.

Şimdi konuya bir de aşırı özleştirmecilerin gözüyle yanaşalım. Bakınız ne diyorlar:

“Türkçeyi özelleştirme sözlüksel düzeyde kalan bir olgu değildir. Özleştirmecilik genelde düşünsel ve duygusal bir değişimin dile yansımasıdır. Şöyle de söylene bilir. Dilimizin söz varlığını yenileştirme yolu ile toplumumuzun düşünsel ve duygusal evrelerini değiştirmedir. Bu etkileşim, daha doğrusu bütünleşip bir kağıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz”

Gelelim yorumuna: Dilimizin söz varlığını yenileştirmeye, eksiklerim gidermeye, ilmin koyduğu ölçü ve sınırlar içinde yol almak kaydı ile kimse bir şey diyemez. Ancak, unutulmamalıdır ki, özleştirmecilerin yolu ilim yolu değildir. Onlar, gerekli olup olmadığına bakmadan, dilin bir sistem olduğuna kulak asmadan, kendilerince yabana damgası vurulan her kelimeyi dilden atmakta; yerlerine Türkçenin yapı ve işleyişine ters düştüğü için “türetme” değil “uydurma” niteliği taşıyan birçok yanlış kelimeyi sürmekte bir sakınca görmemektedirler.

“Bu durum elbette toplumumuzun duygu ve düşünce dünyasını değiştirecektir. Ama nasıl? İşte konu burada düğümleniyor!.” Tasfiyecilik ve yanlışlık temeline dayandırılan bir uygulama dili kendi öz değerlerine yönelterek değil, onu kendi öz değerlerinden uzaklaştırıp yozlaştırarak! Halkın diline yaklaşarak değil, halkın dilinden uzaklaşıp bîr zümre dili yaratma çabasına düşerek! Dil ve düşünceye genişletici ufuklar açarak değil, dil ve düşünce dünyamızı daraltıp kısırlaştırarak! Canlı eklerle dile işleklik kazandırarak değil, ölü ekler, fosilleşmiş kelimeler vs gramere aykırı yanlış kuruluşlar ile dilin kendi kendini besleyen yaratıcılığını körelterek! Yeni kelimelere verilecek dilin kendi kendini besleyen yaratıcılığını körelterek!

Yeni kelimelere verilecek dilin geçmişi ve gelişmesi ile bağlantısız yeni yeni anlam ve kavramlarla düşünce ve kültür dünyamızı sürekli kesintilere uğratarak. Bütün bu durumlar bilerek veya bilmeyerek sonunda kendi kültürümüzle sonunda bağlantılarımızı koparacak ve bir kültür devrimine zemin hazırlayabilecektir. Bir millerin dili o milletin kültürüne ve kendi varlığına yöneltilmiş bir silah olarak kullanılamaz!..

Prof. Dr. Zeynep Korkmaz

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128