nayasa’nın 3. maddesine göre “Resmi dil Türkçedir”. Çok vazıh gibi görünen bu madde düşünülmeye muhtaçtır. “Resmi” kelimesiyle burada kastedilen nedir? Devlet daireleri mi? Okullar mı? Yoksa her ikisi mi? Bugünkü dil anarşisi karşısında “Türkçe” kelimesinin muhteva ve şeklini de tâyin etmek icab eder. Resmî bir müessese olmayan Dil Kurumu’nun uydurma kelimeleri resmî müessese olan okullarda yıllardan beri zorla Türk çocuklarına öğretiliyor. Böylece devlet başka sahalarda da olduğu gibi gayriresmî kuruluşların yıkıcı tesirleri altında kalıyor. Bu bakımdan önce “resmî” kelimesinin mânâ ve şümulünün açıldığa kavuşturulması gerekir.
Şemseddin Sami “resmî” kelimesini şöyle izah ediyor: “Devlet tarafından veya devlet mânâsına olan ilân-ı resmî, tevcihât-ı resmiyye”.
Dil Kurumu’nca neşredilen Türkçe sözlük ise şu mânâları veriyor: “1. Devletin olan: Resmî, memur, resmî daire. 2. Devlet usulünce olan: Resmî muamele, resmi müracaat. 3. Teklifli: O herkesle pek resmîdir.”
İki tarifte de resmî kelimesi “devlet” kavramı ile birleştiriliyor. Buna göre “resmi dil” devlet tarafından varlığı bir müessese olarak kabul edilen dildir. Aynı tarife göre dilin nasıl olması ve kullanılması gerektiğini, Dil Kurumu gibi gayriresmî kuruluşlar değil, devletin kanun vasıtasıyla selâhiyetli kıldığı bir müessese tâyin eder.
Türkiye’de şimdiye kadar böyle bir müessese kurulmamıştır. Türkçe kırlardaki yabani otlar gibi kendi haline terkedilmiştir. Türk dilinin başıboş kalmasında devletin kendi selâhiyetlerini bilmeyişinin büyük rolü vardır. Gerçi bir bakıma bu.Türkçenin serbestçe gelişmesine imkân vermiştir diye düşünülebilir. Fakat serbestliğin de bir sınırı vardır. Eğer insanlar tarafından itina ile ekilip biçilmese, bakılmasa, korunmasa idi, bugün, dünyada ne güzel çiçekler, hattâ ne de buğday, zeytin, kavun, karpuz kalırdı. Tabiatı insana elverişli kılan insanoğlunun irâdesi ve aklıdır.
Kültür ve hars kelimelerinin lügat mânâsı, bakım, ekip biçme, çoğaltma, mükemmel hâle getirme demektir, öztürkçe karşılığı olan “ekin” kelimesinde de aynı mânâ vardır. “Ne ekersen onu biçersin” atasözü her türlü mahsulün insan iradesine bağlı olduğunu ifade eder.
Dil de insanoğlunun onu kullanışına bağlıdır. Harfleri gelişi güzel yazar, kelimeleri eğri büğrü söyler, cümlelerle “devrik tümce” meraklıları gibi keyfince oynarsanız, ortada “ortak dil” diye bîr şey kalmaz. “Ortak dil” kalmayınca da “ortak” müessese ve kıymet hükümlerine dayanan devlet ve cemiyet yok olur.
Okullar devlet müesseseleridir. Yetişen nesiller, içinde yaşadıkları toplumun “resmi dili” ni, kültürünü, kıymet hükümlerini okullarda öğrenirler, okullarda nelerin, nasıl okutulacağını ise devlet tâyin eder. Öğretmenler devlet memurlarıdır. Maaşlarını devletten alırlar. Buna göre devletin kanunlarına uymak zorundadırlar.
Türkiye’de başka sahalarda olduğu gibi dil sahasında da görülen anarşinin sebebi, devletin kendi çıkardığı kanunları uygulamamasıdır. Hür fertlerden ibaret olan topluma devlet çeki düzen verir. Bu asla vatandaşların hürriyetini yok etme mânâsına gelmez. Düzen verme ile yok etme veya baskı ayrı şeylerdir.
Devlet, vatandaşların ferdî hayatlarındaki düşünce, davranış veya konuşmalarına karışmaz. Buna imkân da yoktur. Fakat kendi kurduğu müesseselerde kendi kanunlarını uygulamazsa vazifesini yapmamış olur. Anayasa’da “resmî dil Türkçedir” denildiğine göre devlet, kendi tarafından kurulmuş olan müesseselerde, kendi tarafından muhtevası ve şekli tâyin edilen dili uygulama selâhiyetini hâizdir. Anayasa’da “resmî dil Türkçe’dir” denildiği halde, Türkiye’de öğretim dili Türkçe olmayan okullar ve üniversiteler vardır. Bu durum Anayasa’nın lafzına ve ruhuna ayları değil midir?
Türkiye’de devlet otoritesi, her sahada gevşemiştir, ona bir çeki düzen verme zamanı çoktan gelmiştir. “Resmî dil Türkçe” olduğuna göre, devletin ona da çeki düzen vermesi gerekir. Bu ise kanunla kurulacak “resmi” bir Dil Akademisi ile gerçekleşebilir.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan