eçtiğimiz pazar günü “yükseköğretim öğrenci yerleştirme sınavı” yapıldı. Evlatlarımız, torunlarımız imtihan salonlarında ter döktüler. Allah hepsine hayırlısını nasib etsin. Ben bugün sizlerle, bu imtihanlar vesilesiyle tekrar gözüme çomak gibi batan, içimi sızlatan bir derdimizden söz etmek istiyorum, değerli okuyucularım.
Pazar günü imtihanlar (şu sınav uydurmasına da bir türlü alışamadım gitti), ne diyordum, imtihanlar bittikten sonra bazı televizyon kanallarından suallerle cevapları yayınlandı. Aslında 10 soru kitapçığı dağıtılmış da televizyonda cevapları verilen sorular 11 ‘inci kitaptanmış. Yani, bu “sınav“da sorulanlarla alâkası ancak “karine ile” bulunabilecek şeyler TV’de yayınlananlar. Ama, ister birinci, ister onbirinci kitaptan olsun, suallerin çoğunun Türkçe olduğunu iddia etmek için insanın Türkçe’den tamamen habersiz olması lâzım.
Bakın, Türkçe sualleri arasında geçen şu söze: “Yazınsal yaratı“… Allah’ınızı severseniz söyleyin necedir bu çirkin söz, ne manâya gelir ve bunu kim, hangi maksatla uydurmuştur?…
Dilimize böylesine kastetmek için insanın gerçekten bu dili hiç sevmemesi, daha da öte, bu dile kastetmesi lâzım. “Yaratı” zırvası, anladığım kadarıyla, “eser” manâsına kullanılıyor. Hani bir zamanlar “yapıt” gibi insanın içini bulandıran bir kelime ortalıkta dolaştı durdu, şimdi de bir akl-ı evvel çıktı, buna yaratı deyiverdi. Tatarca’da yaratgû diye bir tâbir vardır ama “mahlûk” karşılığı kullanılır… “Bu da Allah’ın bir yaratgûsu” gibi. Yaratı, herhalde “yaratılan şey” manâsına uydurulmuş. “Yaratmak” Allah’ın iktidarında olan, sadece O’na mahsus bir fiil, o da işin başka tarafı. Ben sadece meselenin dil yönüne temas etmek istiyorum.
Peki, “yazınsal” da ne oluyor? Yani, “yazı ile meydana getirilen eser” mi demek istiyorsunuz? “sal” diye bir ek Türkçenin hangi lehçesinde vardır acaba ve “yazınsal” gibi bir cehalet numunesi nasıl Türkçe sayılabilir. Böyle ağır bir uydurma kelimeyi, bu derecede kötü bir dil ve mantık hatasını evvelâ onu uyduranın suratına çarpmak ve sonra da evlâtlarımızın körpe beyinlerini bunlarla zehirleyenlere gereken dersi vermek lazım. Ama gel gör ki bu derdimizi dert edinen de kalmadı.
Öylesine cahil, öylesine hamhalat nesiller yetişti ki, artık hiç kimse gelecekteki düşünce hayatımızın karşı karşıya bulunduğu tehlike ile alâkadar bile değil.
15 gün önce Uludağ’da Biyolojik Psikiyatri Kongresinde idim. Bazı genç meslektaşlarımın “örkünme” diye bir kelimeyi dillerine doladıklarını dehşetle gördüm. Artık onlar için hastayı tedavi etmek değil, inek gibi, köpek gibi sağaltmak söz konusu idi. Ve her şeyi “doğa” dedikleri “cansız tabiat” yaratmıştı. Onlara “nasıl oluyor da cansız maddenin yaratıcı gücünü kabul edebiliyorsunuz?” diye sorunca bana “doğa yasası” demediğim için, “Allah’ın kanunu“ndan bahsettiğim için çok şaştıklarını, bunu bana “yakıştıramadıklarını” (!) söylediler.
Bu gençleri hayretle, dehşetle ve daha çok da ıstırapla seyrettim. Nasıl olurdu da bir insanın ufku, bir bilim adamının düşünce kabiliyeti ve bir hekimin dünyası böylesine daralırdı? Bu “doğa yasası“cıların üniversitelerde talebe yetiştirdiklerini, gençlerimizin beyinlerini bunlarla yıkadıklarını ve sonra da imtihanlarda o tertemiz lise mezunu evlâtlarımıza yazınsal yaratı diye sualler sorduklarını göz önüne getiriyor musunuz?…
Televizyonda sualleri cevaplandıran bir hanımın gözlerini devire devire “yanıt” demesini bir görse idiniz. O hanıma soruyorum, evde çocuğuna kızdığı zaman “beni yanıtla” mı diyor, “cevap ver bakalım, nerede idin” diye mi azarlıyor çocuğunu?
Dünyanın hiçbir milletinin başına böyle bir felâket gelmemiştir, şimdiye kadar yeryüzünde konuşulan hiçbir dil böylesine bir kıyıma uğramamıştır ve böylesine bir katliâm örneği başka hiçbir yerde görülmemiştir. Buna kim “dur!” diyecek?…
Prof. Dr. Ayhan Songar