ürkçe bilinen ve yazıya geçirilen şekliyle edebiyatını yedi sekizinci asırlarda ortaya koymuştur. Kısaca Türk edebiyatı yazıda bin üç yüz yıllık bir mesafe almıştır. Bu zamanda yani bin üç yüz yıl önce edebiyatı olan sekiz on milletten biri de Türk Milleti’dir ve bu edebiyat kesintisiz devam etmiştir.
Türkçe edebî bir dil iken Arapça, Farsça, Çince, Yunan ve Latin dilleri dışında başka dillerin edebiyatları yoktur. İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca on üçüncü asırdan sonra edebî dil olarak görülmeye başlayacaktır. Şu halde Türk Edebiyatı derin ve geniş bir maziye sahiptir. Yüzyıllar ötesine saldığı kökü ile çeşitli medeniyetlere girip çıkmış, her devirden izler taşımıştır.
Bütün bir milletin hayatı edebiyat içinde akmış, millî değerler kendisini bu sahada göstermiş, alpler, gaziler destanlarını burada yazmış, hocalar, âlimler, atalar, analar öğütlerini ve vâazlarını burada yapmış, bilgeler devlet olmanın sırrını ve gelecek endişesini, Türklüğün düşmanlarını yine Türk Edebiyatı içinde göstermeye çalışmıştır.
Kısaca söylemek gerekirse geçmişten günümüze getirdiğimiz şey edebiyatımızdır. Orda bir millet ağlamış, gülmüş, sevmiş ve bütün hayatını asır asır nesilden nesile aktarmıştır. Tabiî bunun neticesinde birbirinden güzel eserler ortaya konmuş, hanım ninni söylerken, nine masal anlatmış, çocuklar tekerleme söylemiş, şâirler şiir yazmış, peygamberi övmüş, Allah’a yakarmış, hükümdara seslenmiş ve yazarlar millete yol göstermiştir.
Bu dil şaheserler bıraktı…
İmparatorluk dili oldu. Nice ecnebiye eserler yazdırdı. Zevk ve neşe götürdü. Nicelerini Müslüman yaptı.
Hâlâ sayıp bitiremediğimiz bir arşiv ve eserleri daha sayılmamış kütüphaneler bıraktı.
Nice inceliklerini nice edebî metinlerde gizledi.
Ata sözleri ile deyimleri ile nice vecizeleri ile mısra-ı bercesteleri ile neler neler söyledi.
Tekerlemelerle düştü, ninnilerle ağlayıp uyudu büyüdü, koçaklamalarla cenge çıktı, gaza etti.
Mersiyelerle pâdişâhına ağladı, mehteriyle yürüyüp coştu, gülbangi ile hakkı söyleyip orduyu padişah ardına taktı.
Münacatıyla Allah’a yalvardı, tevhidiyle onun birliğini anlattı, nâ’tıyla Peygamber’ini ve halifelerini övdü.
Çanakkale’de, İstiklâl harbinde destanlar, hikâyeler, şiirler yazdırdı. Tuna ile aktı, Dicle ve Fıratla çağıldadı.
Kısacası bütün bir maziyi günümüze kadar getirdi, Süleymâniyeler, Selimiyeler yaptı.
Bunlar hep edebiyat oldu.
Tekrar ele alırsak, Türk Dili kabiliyetsiz ve edebiyatsız bir dil değildir. Bin üç yüz senelik yazılı, Türk Milleti ile var olan sözlü bir edebiyata sahiptir. Onu edebiyatsız diller seviyesine indirmeye çalışmak Türk milletinin mânevi değerlerini hiçe sayıp, Türk birliğine büyük darbeler indirmektir.
Prof. Dr. Kemal Yavuz