Bir Cumhurbaşkanı Sevdası
en Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in Türkçeye çevrilen ilk kitabını, (Özgürlük ve Demokrasi Yolunda 1992), basıldığı yıl okumuş ve çok etkisinde kalmıştım. Babası Abiş, hayvancılığı yok eden Sovyet uygulamalarına dayanamayıp köyleri Şamalgan’ı terk ederek dağlara sığınmış, 1945’lerden savaş bittikten sonra şartların düzelmesi üzerine de köyüne dönmüştü.
Daha 6-7 yaşlarındayken dağda, bozkırda ve köyleri Şamalgan’da yaşadıklarını okuduğunuz zaman onun politikalarında Kazaksever, Türksever ve insansever yanların nasıl şekillendiğini imrenerek hissediyorsunuz. Bu çağlarda edindiği duyguları ve bunların idrak seviyesine yükselişini hemen bütün kitaplarında bizzat kendisi anlatır.
Nursultan Nazarbayev 2005 senesinde basılan “Avrasya Yüreğinde” eserinde Astana’nın başkent oluş hikâyesini de şairane bir şekilde ifade ediyor:
“- Yüksek dağların zirvesine çıkma hayalimi gerçekleştirdikten sonra, içimi bozkırın tabiatını ve özünü anlama isteği kapladı” der.
Çocukluğunun geçtiği dağlardan sonra bozkıra yönelişi anlatırken de;
“- Hayaller, günlük dertlerle, büyüklerin endişeli hayatı ile sınırlanmamış çocuk duygularının imtiyazlı kılavuzudur” ifadelerinde, bir zamanların Sovyet hayali olan Tselinograd’ın Nazarbayev’in zihninde nasıl bir Kazakistan başkentine dönüştüğünü okuyabiliyorsunuz…
İnsana, gerçek hürriyet ve mekânın sonsuzluğu duygusunu, enginliği ve ufku hiçbir şekilde sınırlanmayan bozkırın verebildiğini, ancak bu dağın zirvesinde, yüksekliğin yüceliği karşısında ezildiğimde, hürriyetim sınırlandığında anlamaya başladım.
Bozkırın verdiği o müthiş mekân duygusunu, daha sonra, büyük Sarıarka’nın gerçek bozkırına yolum ilk defa düştüğünde, sarsılarak hissettim. Temiz, açık ve büsbütün gökyüzünü ilk defa burada gördüm.
Bu gökyüzü, yarısı dağlar tarafından kapatılan, göğe bakan gözlerin dağ duvarlarına takıldığı bir gökyüzü değildi. Ve hatta bir dağ zirvesinden bakılan gökyüzüne de benzemiyordu. Zira orada da ufuktaki daha yüksek dağ zirveleri görüntüyü kapatmaktaydı.
Bozkırda gökyüzü düz ovayı ufuktan ufuğa adeta devasa camdan, parlak bir fanus gibi kaplar. Hiçbir şeyle sınırlanmayan, sonsuzluğa uzanan mavi gökyüzünün bütün haşmet ve güzelliğini anlamanın yolu, yalnız sonsuz sarı bozkırda olmaktır.
Ben dağların güzellik sırrına ermiştim. Şimdi ise bozkırın güzellik sırrına vakıf olmak istiyordum. “Dağlardan daha güzeli ancak dağlardır.” Bu sözlerden daha güzelini söylemek zor. Dağların gerçek güzelliğini, 1995 yılında, Abay Dağı’nın zirvesine çıktığım zaman bir defa daha yaşadım. Orada, gökyüzünün sonsuzluğu ve tabiatın yüceliği karşısında, uzun süre, sarsılmış bir şekilde durdum.
Ancak bozkır semasının bütün sonsuzluğunu, bozkır tabiatının bütün hayat gücünü ve göçebenin sade bilgeliğini kavradıktan sonra, dağ zirvelerini sevip sayarak, “bozkırdan daha güzeli ancak bozkırdır” diyebiliriz.
Ben daha önceki bir yazımda “yetmiş yaşına yüz yılları sığdıran adam” demiştim. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül O’nun için “Türk Dünyasının duayeni (aksakalı)” demiş, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesindeki haleflerimden Prof. Dr. Mahir Nakip de;
“Türk Dünyasının bilge duayeni” tabirini kullanmıştı. Kitapları okuduğunuz zaman bu sıfatları gerçekten hak eden bir lider olduğunu görüyorsunuz.
Prof. Dr. Orhan Kavuncu