O
smanlı devrinde iki şekil dil vardı. Birincisi Osmanlının devraldığı ve zamanımıza kadar intikal eden halkın Türkçesidir ki ne bir zorlama görmüş ve ne de değiştirilmiştir. O derece güzel bir gelişme göstermiş ve mükemmeldir ki bugün 13. Asrın Yunusunu ve 13. Asın Bektaşi edebiyatını anlamayan tek kişi yoktur.
İkincisi bugünkü gibi aydınların zorlaması ile oluşan ve bir türlü halkın kendisine maletmediği Divan Edebiyatı ve resmi dil idi. Cumhuriyet devrinde ele alınan işte bu ikinci şekil olup tasfiyesi ile dildeki ikiliğin giderilmesi hedef tutulmuş idi. Ne var ki maksada vardıktan sonra da faaliyet durmadı ve bir “Dili kökünden değiştirme” kampanyasına dönüştü.
Durum başka türlü izah edilemez. Çünkü bugün “cevap, hayat, misal” v.b. gibi kelimeleri değiştirenler “Halkın anlayamadıklarını atıyoruz” diyemeyecekleri gibi, nerede durulacağını da bilmezler.
Bugün Türkiye’de cereyan edeni Osmanlı aydınlarının yaptığına benzetiyorlarsa da durum çok farklıdır. Çünkü Osmanlı Devleti, iddiaların ve bugünkü Türkiye’de olanın tersine, hiçbir zaman halkın diline tecavüz etmemiş veya bunda bir yıkım yapmamıştır. Yoksa zamanımıza kadar gelen halk edebiyatından bir zerre kalmazdı.
Osmanlı zümre dilinin şimdi yapılmakta olandan iki farklı yanı daha vardır. Birincisi bunun bir devlet ideolojisi olmaması, yani kendiliğinden teşekkül etmesi, ikincisi ise zamanın üstün ilim dili olan Arapça ve Farsça gibi dış kuvvetlerin zorlaması ile gelişmesi idi. Şimdiki faaliyet ise çok farklı olup devlet eliyle halkın dilinin değiştirilmesi şeklindedir.
Kelimelerin %60’ı Ortaasya kaynaklı olmadığına göre yerlerine yenileri uydurulmakla millete yeni bir dil öğretilmesi yönüne gidildiği anlaşılır. Buna ana dil diyemezler. Çünkü ana dil, isminden de anlaşılacağı gibi okulda değil, anadan babadan öğrenilir. Aksi takdirde yurt dışında doğanlar Türkçe konuşamazlardı.
Başka bir ifadeyle eğer bir dil şimdi yaptıkları gibi okul, kitap ve radyo ile öğretiliyorsa o, anadil değildir. Anadilden uzaklaşma belki özleştirmeciler için ar değil amma, korkarım o zaman Kerem ile Aslı, Köroğlu Sümmani, Şenlik yalnız boynu bükük ve yad olmuş illerde kalır.
“Yapılanların Tutunması” şeklindeki felsefe ise dilcilik faaliyetinin haklı, meşru ve başarılı olduğunu inandırmaya yeterli değildir. Çünkü resmi eğitim, yayın ve zorlama ile insana bir yılda tamamen yabancı bir dil bile öğretmek mümkündür. Hatta papağana bile tekrarlaya tekrarlaya kelimeleri belletebiliriz. Hem ne gerek var tuttu, tutmadı diye uğraşmaya? Sonunda pek az kimsenin anlayacağı bir dilin yapımı için çekilen bunca zahmete değer mi?
Mademki dil değiştireceğiz, harf devriminde olduğu gibi alalım başka bir milletin hazır dilini olup bitsin bu iş!