Dil ve EdebiyatTürk Dili

Türkçe’yi Doğru Kullanma Sanatı

G

eçenlerde umumi bir durum değerlendirmesi yaparak kendi kendime sordum: Bâbıâlî’de on yıla yaklaşan dergicilik, neşriyat ve yazı işleri faaliyetlerim, Türk dili ve edebiyatı sahasındaki akademik çalışmalarımla beraber bana neler kazandırdı?

Koliler dolusu arşiv (kitap, dergi, küpür vb.), araştırma dosyaları, mülâkatlar, görüş almalar, kapak konusu yazıları, makaleler, denemeler, tenkitler, tahliller, mektuplar, şiirler…Yüzlerce yazarla, kültür adamıyla, şâirle, sanatkârla, araştırmacıyla tanışmalar, görüşmeler…
Bütün bunlar bana neler öğretmişti, ne gibi faydalar sağlamıştı?

Objektif sayılabilecek bir tefekkür ve muhâsebe neticesinde tesbit ettiğim maddelerin üçüncüsü şöyleydi:

Bir nesri veya şiiri, Türkçe’yi kullanma, imlâ, kompozisyon, orijinalite, sanatkârlık gibi iç ve dış özellikleriyle tanıyabilmek… Yâni nesirde ve nazımda kalite seviyesini kendi çapımda fark edebilmek, eksiklikleri ya da güzellikleri görebilmek… Kısaca, Türkçe’yi doğru ve güzel kullanma yöntemleri üzerinde en azından kafa yorabilmek…

Bu münasebetledir ki, yazılı ve görüntülü medyada, okuduğum kitaplarda karşılaştığım imlâ kusurlarını, telâfuz yanlışlıklarını, bilgi noksanlıklarını, mânâ bozukluklarını vb. mümkün mertebe not alırım. Sözkonusu dikkat beni araştırmaya iter, eğitir, yetiştirir, geliştirir. Kaynaklara müracaat ederek işin dorusunu ortaya koymak bana büyük zevk verir. Lokman Hekim’in “Edebi, edepsizlerden öğrendim!” demesi gibi, nesirde ve nazımda kötü örnekleri dikkatli bir nazarla inceleyerek mükemmeli kavramak mümkün…

Asrın başlarına, hatta 25 – 30 yıl öncesine kadar 1500 – 2000 veya Peyami Safa, Necip Fâzıl, Cemil Meriç gibi bâzı kabiliyetler 3000 – 4000 kelime hazinesiyle yazarlarken, bugün 300 – 400 kelimenin dışına çıkılamıyor maalesef… Güzel Türkçe’mizi lâl olmuş bir kimsenin geveleme çalıştığı dil durumuna düşüren “uydurmacılık”, Batı dillerinden dilimize sokulan yabancı kelimelerle omuz omuza verince vaziyet işte böylesine vahim boyutlara ulaştı. Güyâ uydurma kelimelerle Türkçe’miz zenginleşecekti. Halbuki tam tersi oldu.

Eskisi gibi zengin bir tenkit zemini de yok. Esâsen günümüzde kültür birikimi, Türkçe’yi doğru ve güzel kullanmak, nesirde ve nazımda gerçek sanatkârlık seviyesi, mükemmel söyleyişi yakalama teknikleri kabilinden “ciddî” konularla ilgilenmek mâlâyâniyat kabul ediliyor.

Televizyonda “bomba gibi” bir program yapan, “reyting” savaşından gâlip çıkan kişi, soluğu bir gazete köşesinde alıyor. İşte size son model köşe yazarı! O yazsın, siz okuyun da ilim ve irfan sahibi olun! Maalesef manzara-i umumiye bu…

Peki, kendilerinden seviyeli yazılar beklenen, birçoğu yarım asırlık yazarlar ve şâirler neredeler? Onların da kısım-ı ekserisi gidişata ayak uydurmayı Mârifet kabul ederek koyuveriyorlar kendilerini… “Merhaba!” demiyorlar artık, “Meraba!”yı tercih ediyorlar. “Selâmün aleyküm!”ü çok uzun bularak “Selâm!” diye kestirip atıyorlar. “Fesübhânallah!”ı rafa kaldırıp keskin bir “Hayret bi şey yav!” çekiyorlar. “Saat beş civarında bekliyorum sizi!” cümlesi onlara çok “demode” geliyor, “Beş gibi gel!” demek ihtiyacı hissediyorlar… Tabiî, gün geçtikçe yazılarında da konuştukları dil hâkim oluyor.

İşin hakikaten mütehassısı sayılmasalar bile, Türkçe’nin doğru ve güzel kullanılması konusunda dikkatli davranan, tenkit yazıları kaleme alanların son birkaç yılda artması memnuniyet verici… Böylelikle yazarlar ve şâirler, yazdıklarını hiç değilse birkaç defâ gözden geçirip hatalarını düzeltme ihtiyacı hissediyorlar. Mâlumdur ki, tenkit tekâmülü netice verir. 

Abdülkadir Akgündüz

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128