Dil ve EdebiyatTürk Dili

Türk Dili Nereye?

D

evlet Plânlama Teşkilâtı’nın ilk defa bindiğim asansöründe, insanları İngilizce olarak günaydın, iyi akşamlar gibi sözlerle karşılayarak yine aynı dilde ayı, günü ve saati bildiren elektronik düzeneği görünce hayretler içinde kalmıştım. Ülkenin geleceğini plânlayan bir kuruluşun ana dil üzerinde göstermediği hassasiyeti kimden bekleyebiliriz? Türk Hava Yolları dergisinin adı bile İngilizce: “Skylife”. Yoksa bir süreden beri devletin resmî dili Türkçe değil de, bizim mi haberimiz yok?

Türkçe’yi “klas”larına yakıştıramayan tuhaf insanların sayısı büyük bir hızla artıyor. İki futbolcu; Ortaköy’de açtıkları bara, bu semtin eski adını vermişler: “Arkeon”. Güneye doğru inerseniz, eski Roma ve Yunan adlarının birer birer hortlatıldığını göreceksiniz. Özellikle turistik bölgelerde Türkçe konuşmak ve işyerlerine Türkçe adlar vermek âdeta ayıp karşılanır oldu. Bu ne şaşkınlıktır, bu ne gaflettir! 
Eskiden “entel” taifesi çağdaşlığını “öztürkçe” kullanarak “kanıt”lardı. Şimdilerde çağdaşlığın göstergesi İngilizce. Meselâ adamlar tiyatro kurarlar, adı “Tiyatroskop”. Son zamanlarda “happening”ler, “workshop”lar gırla gidiyor. Düşünün bir kere, gözlerini Galleria’da açıp Fame City’de Pin Bowling, Skee Ball, Boom Ball, Whac-a -Mole, Hoop Shot, Galaksie, Beat the Clock ve benzeri oyunlarla vakit geçiren ve McDonald’s’ta yahut Kentucky Fried Chicken’da karınlarını doyuran bacaksızlar büyüdüklerinde hâlimiz ne olacak? 
Peki suçlu kim? Yeni nesillere ana dil şuurunun kazandırılmasında ihmali olan herkes suçludur. Özellikle, Türkçe’nin eski kültürle bütün bağlantılarını keserek Greko-Lâtin temeline dayalı Batı kültürünün ve dünya görüşünün yüklenebileceği “nötr” bir dil meydana getirmek isteyen, dolayısıyla kelimelerin geçmişten bugüne taşıdığı kültürü ve ifade inceliklerini de satırdan geçiren aydınların günahı büyüktür. 
Devletin bütün imkânlarını kullanarak, insanlara uydurma kelimelerle konuşmanın “çağdaşlık”, “ilericilik” olduğunu telkin etmişlerdir. Bu yüzden, zamanla, sadece kelimeler değil, deyim ve atasözleri bile yeni nesillere bayat gelmeye başlamıştır. Hâlbuki dilin asıl zenginlikleri deyimler ve kelimelerin ardındaki tıpkı buz dağlarının görünmeyen tecrübe birikimidir. Öztürkçe yazdıklarını zanneden yazarlar şöyle bir gözden geçirilirse; Türkçe’nin deyimsiz, nüansları ifade etmekten âciz bir dil hâline geldiği görülecektir. 
İşin gerçeği şudur: Birtakım aydınlar, Türkçe’yi zenginleştirmek, Türkçe’de bulunmayan kavramlara, terimlere karşılıklar aramak yerine; yediden yetmişe herkesin anladığı ve kullandığı kelimelere yeni karşılıklar uydurmuşlardır. İmkân’ı, ihtimal’i, şart’ı, sebep’i ve daha yüzlercesini kitle iletişim vasıtalarını da arkalarına alarak dilden kovmuşlar. Atılan her kelime ile birlikte nüansları gösteren kelimeler, deyimler ve atasözleri de çöp sepetine gitmiştir. 
Şu anda çocuklarımıza verebildiğimiz Türkçe, Esperanto gibi sun’î, mekanik, ifade gücü alabildiğine kısır, dudaklarımıza iğreti tutuşturulmuş, güç belâ konuştuğumuz bir dildir. Böylesine yetersizleştirilen bir Türkçe’nin, yabancı bir dili çok iyi öğrenmiş olanlara yetmemesi, yani yabancı kelimeleri davet etmesi tabiîdir. Bu bakımdan, düşüncelerini daha iyi ifade etmek için yabancı kelimelere ihtiyaç duyanlar olabilir. Ancak, Türk aydınlarının eski hastalıklarından birinin “Bihruz Bey”lik, yani yabancı kelimeler kullanarak üstünlük taslamak olduğunu unutmamak gerekir. 
Son on yılda, bazı insanlar, telaffuzuna özen göstererek söz aralarına sıkıştırdıkları İngilizce kelimelerle ne kadar önemli ve ne kadar çağdaş olduklarını “kanıt”lamaya çalışıyorlar. Türkçe’yi Amerikan aksanıyla konuşanların sayısında da hatırı sayılır bir artış var. Yerden mantar gibi biten özel radyo ve televizyonlar, bu hastalığı bir salgına dönüştürmek üzeredir.
Hatırlanacağı üzere, yabancı adlar önce dergilerde boy gösterdi: Argos, Rapsodi, Strech, Hey Girl vb. Daha sonraları yabancı adlı televizyonlar peydahlandı: Magic Box, Show TV, İnter Star, Flash TV vb. Yüksek tirajlı gazetelerde Film Guide, TV Guide, Pozitif, Star, Teleskop gibi adlarla ekler vermeye başladılar. 
Bu televizyonları seyredip bu gazeteleri okuyanlar, eğer Türkçe üzerine titremiyorlarsa, eğer Millî Eğitim’in okullarında tarih şuuru ve ana dil sevgisi edinmemişlerse ne yaparlar? Çocuklarına Melisa, Sem gibi isimler verirler. O çocuklar da büyüyünce şimdi bazı özel radyolarda konuşan ağabey ve ablaları gibi, kadük edilmiş bir Türkçe’yi üstelik Amerikan aksanıyla konuşurlar. Geçmiş ola! 

Beşir Ayvazoğlu

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128