A
h ne günlere kaldık!.. Türkiye ismini taşıyan şu memlekette Türkçe ölü bir dil haline geldi. Konuşulan 300 kelimelik günlük iletişim Türkçesini kastetmiyorum; benim öldü dediğim lisan yazılı edebî zengin Türkçedir. Türkiye’yi Türkiye yapan o dil öldü. Bu ne korkunç bir ölümdür. Fuzulî’nin, Şeyh Galib’in, Ziya Paşa’nın Türkçesi öldü
İki yüz bin kelimeli, beş yüz bin kelimeli kavramlı ıstılahlı o canım Türkçe öldü.
Efendimli nazik Türkçe öldü. Ahalı ohalı böğürtülü sesler aldı onun yerini.
Yâver-i fahri-i Şehriyarî M. Kemal Paşa’nın Samsun’dan Sultan Vahdettin’e gönderdiği telgrafın başındaki “Atebe-i ulya-i Hazret-i Hilafetpenahîye” Türkçesi kasıtlı olarak öldürüldü.
Mektuplardaki “ Filan tarihli lütufnâme-i âlileri vâsıl-ı dest-i âcizânem olmuştur” Türkçesi katledildi.
Muhterem pederim Türkçesi gitti, baba Türkçesi geldi; valideler, biraderler, hemşireler nereye gitti?
Mekke-i mükerreme, Medine-i münevvere, Şam-ı şerif, Kuds-i şerif, Haleb-i Şahba, Darüsselam Bağdad, hepsi hepsi gittiler.
Eyüb Sultan Eyüp oldu. Mektep okul, muallim öğretmen, imkan olanak, kitap betik oldu.
Beyefendiler herif, hanımefendiler karı…
Muhterem hâkimler yargıç… Garç gurç…
Eski sultani ve idadilerde zengin yazılı Türkçe öğretilirmiş, şimdiki okullarda şifahî sokak Türkçesi tâlim ve teallüm ediliyor. Bunun için okula ne lüzum var?
Bu üç yüz kelimelik adamlar bilmiyorlar mı ki, Türkçe olmazsa Türkiye de olmaz.
Shakespeare’siz İngiltere neyse, Fuzulîsiz Türkiye de odur.
Edebî lisan gidince millet sürüye dönüşür.
Efendimsiz, teşekkür ederimsiz, estağfirullahsız, lütfensiz Türkçe ölü bir Türkçedir.
Edebî lisan gitmiş, yazı gitmiş, geride kabalık ve kalabalık kalmış.
Hüsnühat ve kaligrafi gidince yerini kakagrafi alır.
Bundan yüz yirmi sene önce kibar bir zatın yazdığı hususî mektubu al çerçevelet duvara as, ışıl ışıl sanat ve güzellik parlar onda. Bir de şimdiki eciş bücüş mektuplara bak, gözlere ziyan.
Devlet eskiden Devlet-i aliyye imiş… Büyük zatlara hazret denilirmiş… Kibar erkekler beyefendi, kibar hanımlar hanımefendiymiş… Eskiden paşalar varmış…
Yemeklerin yanına garnitür, üzerine sos, pilavın üzerine fasulya dökülüyor da; lisan niçin bu kadar sade arı duru tuzsuz tadsız…
Bugün padişahlık olsaydı, sade vatandaş dilekçesinin başına “Padişah 10’uncu Memet, Dolmabahçe Sarayı İstanbul” diye yazacaktı. Padişah da bu rezillik karşısında tahttan feragat edecekti.
Edebî ve yazılı Türkçesiz Türkiye ayakta duramaz.
Türkçe ölürse Türkiye de ölür.
Karacaoğlanla iş bitmez, asıl Türkçe Fuzulî Türkçesidir.
1920’lerin İstanbul Türkçesi.
Zengin, kibar, güzel, derin, edebî, zarif, latif, şirin lisan-ı Türkî…
Bizi bırakıp nerelere gittin?
Ah, lisan öksüzü kaldık!