ili kullanış, bir milletin milli hassasiyetini gösteren ölçülerden biridir. Fakat dil söz konusu olunca, memleketimizde bir milli hassasiyetten dem vurmak imkânsızdır. Bu alandaki sefaletimiz, sokaklarda, dairelerde, evlerde boy boy teşhir edilmektedir. İstanbul caddelerini gezenler, Türkçe bakımından çok acıklı bir manzara ile karşılaşırlar. Yüz metrede bir dikilen dolmuş durakları, Türkçenin sefalet ilanlarıdır. Bu duraklardaki “Bekleme yapılmaz.” ibaresi karşısında, hiçbir Türk’ün yüreğinin sızlamaması ayrı ve daha büyük bir faciadır.
“Bekleme yapmak, konuşma yapmak, gecikme yapmak…” diye diye Türkçede kendi başına çekilen fil kalmayacaktır. “Bekleme yapılmaz.” cümlesi, iki Türkçe kelimeden meydana gelmesine rağmen, Türkçe değildir. Bunun Türkçesi, “Beklenmez.” şeklinde olacaktır. Türkçede trenler, “Gecikme yapmaz.”, “Gecikir.”
Son zamanlarda, her kelime ile beraber “yapmak” ve “almak” fiillerini kullanış, çirkin bir moda hâline geldi. Dolmuş şoförleri, artık “Taksim ve Beyazıt yapıyorlar.” Çok daha işgüzarları, “Bebek yapıyor.” Kibar bürokrasi, dairelerde “Çay ve kahve alıyor.” Lokantada yemek için oturuyorsunuz. Garson geliyor ve soruyor: “Ne alırsınız efendim?” Siz, listeden “Alacağınız” (Her hâlde çantanıza koyacaksınız.) yemeği seçiyorsunuz; sonra da garson size “Servis yapıyor.” “Banyo almak” başka bir kibarlık (!) örneğidir. Artık memleketimizde manavdan domates alınır gibi, “Banyo alınmaktadır.”
Dilimizin güzelim “Gerek” kelimesi de her kalıba giren bir ucube oldu. “lâzım” veya “lüzum” kelimelerini kullanmak istemeyenler, hemen “Gereğini yapıyorlar.” . “Çalışmaya lazım yok.” mu diyecekler; “Çalışmaya gerek yok” derlerse, Türkçe konuştuklarını sanıyorlar. Bu, sirk soytarılarına benzeyen bir Türkçedir. “lüzum”u kullanmak istemeyen “Çalışmak gerekmez.” der.
“Bundan dolayı, bundan ötürü, bu yüzden” gibi üç tane karşılığı bulunan, “Bu sebeple” yerine, “Bu nedenle” uydurmasını kullananlara inanmayınız.
“Bütün insanlar” demek varken, “Tüm insanlar” diyenlere hiç aldanmayınız. Çünkü “bütün”, soyu sopu bilinen Türkçe bir kelimedir. “siyasi” yerine, “siyasal”; “tarihi” yerine, “tarihsel” demenin Türkçecilikle ilgisi yoktur. Kökler, yine Arapçadır. Siz de, “Resmi vazife” yerine “Resimsel görev” derseniz, bu işin gülünçlüğü ortaya çıkar.
Dilimizde, isim tamlamalarının bulunduğunu da neredeyse unutacağız. Bir gün çocuklarımız, “Kitap yaprağı” yerine, “Kitapsal yaprak”, “Kalem ucu” yerine, “Kalemsel uç” derlerse hiç şaşmayınız. (Yazarın notu: Kırk yıllık “çöp” e de artık “evsel atık” diyorlar.) Zaten, şu isim tamlamalarının başına gelmedik kalmadı. Önce, “Sümerbank, Etibank, Raybank” diyerek, kolları bacakları kırıldı; sonra da “Restoran Yılmaz”, “Otel Bonjur” diyerek tepe taklak edildi. şimdi sıra “sallı, selli” çıkıntılara gelmiştir.
Türklerin sefaleti maddi yaramız ise, Türkçenin sefaleti de manevî yaramızdır. Bir millet iktisadi yoksulluktan ölmez, ama kültür yoksulluğundan ölür. Türkçe ölürse, Türk milleti de yok olur. O zaman, ortada iktisadi bakımdan kalkındıracak bir millet de kalmaz. Günümüzde, Türk aydınının zihni Türkiye’nin kalkınmasını ekonomik temele bağlamakla şartlanmıştır. Kültürsüz bir milletin yaşayamayacağı âdeta unutuldu. Kültürün kaynaklarının dilde olduğunu, bilen yok gibi.
Prof Dr. Ahmet Bican Ercillisun