il, varlığını her yerde edebiyata ve sanatkâra borçlu… Yunus Emre’nin kelime hazinesi, kullandığı kelime sayısı bakımından bir araştırma yapılmış mıdır bilemiyorum ama, dili güzeldir. Anadolu Türkçesi’dir ve bugün için de örnektir.
Dilin tasfiyelere uğrayarak bugünlere geldiği bir vakıa. Fakat bünyesine girdiği küfürlerden etkileneceği de…
Nasıl ki, Türkçe’ye kültür alış verişleri neticesinde Farsça ve Arapça’dan pek çok kelime girmişse, bugün de dilimiz; İngiliz, Fransız dillerinin istilâsına uğramıştır… Yani, yabancı kültür ister istemez kendi kavramlarını, kendi dilini de birlikte getiriyor. “Sandviçleriyle, McDonald’slarıyla, videolarıyla, tişörtleriyle, pub’larıyla…”
Bu cereyanın önlenmesi için hiçbir gayret sarf edilmeyen ülkede elbette dil bugün piyasa şarkılarında, öğrenci ağzında, hatta yazılıp çizilenlerde görüleceği üzre acınılacak durumdadır. Ne var ki, memlekette edebiyat yaşıyorsa ve dilin önemini kavramış usta yazarlar varsa o dil hayatiyetini devam ettirir…
Bugün Türk dünyasının uyanışı, Türk cumhuriyetleriyle kurulan yakınlıklar oralarda da lisanımızın yer yer cılızlaştığını, Rusça’dan azımsanamayacak ölçüde etkilendiği hakikatini ortaya koyuyor. Ancak onlar da edebiyat sayesinde dilin varlığını devam ettirmişler. Bu ilişkilerin geliştirilmesiyle, kültür alış verişleriyle, bir araya gelmeler sonucunda dilin zenginleşebileceğini düşünüyorum. Oralardaki halk birikimlerinden (masal, hikâye, bilmece, atasözü gibi) epeyce yararlanabiliriz.
Dilcilerin, eğitim sisteminin, yayın organlarının bu işi dikkatle ele alması beklenir. Kapıcıların dahi “hadi bye bye, good bye” dediği bir ülkede; dil meselesinin, dilde yabancılaşmanın en sonuncu mesele olarak kaldığı aşikârdır.
Sevinç Çokum