MakalelerTürkistan

Türkiye’deki Türkistanlılar

T

ürkiye’ye Türkistanlılar ne zaman gelmeye başladı? Malazgirt savaşı 1071 yılında oldu. O yıllarda Selçukluların Anadolu topraklarına geldiği yerler Hazar Denizi’nin batısında Aral Denizi’nin kuzey doğusunu içine alan Deşti Kıpçak denen topraklardı.

Hazar’ın öbür tarafında bu Deşti Kıpçak yöresini de içine alan topraklara o zaman da Türkistan deniyordu. Dolaysıyla Türkiye’deki Türkistanlıların tarihini o, yıllarla başlatmak gerekiyor. Sonra bu toplu gelişler, Osmanlı Devleti’ni kuran Kayıların geldiği yıllara kadar, ondan sonra da, 200 seneden fazla devam etti.

İran’da, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Irak ve Suriye’de hüküm süren Memlûkler, Akkoyunlu, Karakoyunlu devletleri, Atabeylikler ve beylikler çeşitli tarihlerde Türkistan’dan bu tarafa çeşitli sebeplerle göç eden çoğunluğu Oğuz boyunda aşiretler tarafından kuruldu.

Horasan Erenleri

Horasan Erenleri veya Yesevi dervişleri bu topluluklar arasında veya münferit olarak Anadolu’ya geliyor, insanlara Allah indindeki dini, İslâm’ı anlatarak ve benimseterek Anadolu’nun sadece fiziki olarak değil, zihni ve manevi olarak da Türkleşmesine hizmet ediyorlardı.

Bunlar arasında Hazreti Mevlana ve hocası Kayseri’de medfun Seyit Burhaneddin, Hacı Bektaş Veli hazretleri, Anadolu’da Ankara Çamlıdere, Tarsus, Gerede gibi bir kaç yerinde medfun Semerkandiler, Yunus Emre’nin mürşidi Taptuk Emre ve onun mürşidi Sarı Saltuk hemen akla geliveren isimlerdir.

İznik’in fethi sırasında Türkistan’dan gelip Osmanlı ordusunda görev yapan ve şehit olan Kırgız askerlerin hatırasına bugün İznik’te bir anıt vardır. Ankara savaşı öncesinde Yıldırım Bayezid’e damat olan Emir Sultan, Şahı Nakşibendî hazretlerinin mürşidi Seyid Emir Külâl’in oğludur. Bunlar biz bilemesek de hikmeti olan garip işler; bir tarafta Timur’un yanında Seyit Bereke, öbür tarafta Yıldırım Bayezid Han’ın yanında Emir Sultan…

Fakat “Türkiye’deki Türkistanlılar” deyince biz daha sonraki yıllarda cereyan eden münferit veya toplu gelişleri anlamalıyız. Bunlardan ilk bahsetmemiz gereken Türkistan Hicaz’a Hac yoludur.

Hac Yolunda

Türkistanlı Hacı adayları, İstanbul’daki halifeyi ziyaret etmeyi, Hac ibadetlerine giderken önemli bir “ilk adım” kabul ediyorlardı, İstanbul’a gelen Hacı adayları yollarına ya karadan Anadolu üzerinden veya denizden İzmir üzerinden devam ederlerdi.

Bu yol güzergâhları üzerinde kurulan konaklama yerlerinde yerleşimler oldu. Meselâ İzmir’in Urla ilçesine bağlı Özbek köyünün bu şekilde oluştuğunu söyleyebiliriz. Yine Bolu’nun Kıbrısçık ilçesinde, Özbek olduğunu söyleyen insanlar vardır. Burada Fergana vadisinin meşhur Kızıl pirinci yetişir. 

Gaziantep’te yine Türkistan’a mahsus “maş” denilen baklagillerden bir bitkinin mercimek-bezelye arası bir görüntüye sahip daneleri yine “maş” adıyla Antep mutfağında kullanılmaktadır. Büyük şairimiz, İstiklâl marşımızın yazarı Mehmet Akif merhumun annesi Emine Şerif hanım, bu şekilde Hac yolunda Amasya’da vefat etmiş bir Buharalının kızıdır.

XIX. asır sonlarından itibaren son dönem toplu geliş dalgası başlar. Sibirya Özbekleri veya Omsk Tatarları diye bilinen taifeden bir grup, Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin Böğrüdelik (ilk yerleşimde adı Reşadiye) köyüne yerleşir.

O zamanın bilinen araştırmacı seyyah yazarlarından mücadele adamı, “Japonya ve Asya Müslümanları” kitabının yazarı Abdürreşit İbrahim bu köye yerleşenlerdendir. Yerleşimden 5 sene sonra Çanakkale Savaşı başlamış, askere çağrılmadıkları halde gönüllü giderek Çanakkale’de 30 şehit vermişlerdir.

Bugün köyde yerleşenler kendilerinin Sibirya’dan geldiklerini bilmekte, bir kısmı Kırgız, bir kısmı Tatar, bir kısmı da Özbek olduklarını ifade etmektedirler. Muhtemelen bunların hepsi doğrudur, köye gelen ilk kafile Özbek, Kırgız ve Tatarlardan meydana gelmiş olmalıdır.

Birinci Cihan Savaşından Sonra

Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında, Halifenin ordusunda görev yapmak niyetiyle gelenler vardır. Hacı Yoldaş ve arkadaşları, “Hacca gidiyoruz” diyerek Türkistan’dan ayrılmışlar, Balkan harbine iştirak ettikten sonra gerçekten Hac için Hicaza varmışlar, fakat Hac mevsimini beklerken Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir.

Bunun üzerine tekrar orduya müracaat emişler ve Süveyş Kanalı’nda cepheye katılmışlardır. Savaşın hitamında Hac farizesini yerine getiren grup Anadolu’ya geçmiş Çukurova’da Fransızlara karşı kahramanca savaşmışlar, şehit vermişlerdir. Bugün Tarsus’ta onlar adına, Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz’ın kadirşinaslığıyla dikilmiş bir şehitlik abidesi vardır.

Birinci Dünya Harbi sonlarına doğru 1917’de Hicaz’dan bir başka grup Adana’ya gelir. Medine İngilizlere teslim edileceği zaman komutan Fahrettin Paşa “Burada Buhariler bize çok yardım etti. Korkarım bizden sonra onlara iyi muamele edilmez. Buharilerden isteyenler Osmanlı askerini tahliye edecek olan trene binsin” der. Bunun üzerine bir grup aile bu trenle Adana’ya gelir ve Sular mevkiine geçici olarak yerleşirler. Sonra Çukurova’nın muhtelif şehirlerine dağılırlar.

Benim dedem Abdurrahman Hoca, İlker Medeni’nin büyük dedesi Egemberdi Hoca, Tarsus’ta Hafız Abdullah amca, Osmaniye’de kunduracı Abdürrahim Akbay bunlar arasındadır. Bunlar da İstiklâl Harbi’nde görevler yaparlar. Gaziantep’in kurtuluş mücadelesinde görev alan, çetelere barut temin eden bombacı lakabıyla meşhur Sait Bey, aslen Doğu Türkistanlı olup insanların hafızasında yaşamaktadır.

Sonra münferit gelişler olur. Sovyetler Birliği’ndeki baskılardan, Çin mezaliminden kaçan kardeşlerimizin başlıca ilticagâhı Türkiye’dir. Annemin babası Nasrullah Yasa, Şakir Altaylı, Doğu Türkistanlı Maksum ve Rabia Yoldaşçan, Mümin Ötkür, Veli Tuygun bunlar arasında akla gelen isimlerdir. Ceyhan’a yerleşmiş olan Emrullah amca, Hacı Azim eke, Mullahun eke, Kasap eke, Adana’ya yerleşmiş bulunan Şirmet Bek ve kardeşi Nurmuhammed Bek bu ilk gelenlerdendir.

Ceyhan’ın Kırmıt (bugün Sağkaya) köyüne gelip yerleşen Karakalpaklar da Cumhuriyetin 15. yılında gelen Türkistanlılardandır. İstanbul Üniversitesi’nde çalışan Prof. Dr. Abdülkadir Donuk bu köyden yetişmiş bir aydınımızdır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Avrupa’dan gelen aydınlardan da bahsetmek gerekir. Bunlar Türkistan’daki ceditçi hareketin önderi durumundaki öğretmenleri tarafından titizlikle seçilip Avrupa’ya okumaya gönderilmiş gençler ve Ruslara karşı bağımsızlık mücadelesinden dolayı öz vatanında mücrim duruma düşmüş dava adamlarıdır.

Sadri Maksudi, Zeki Velidi, Abdülkadir İnan gibi idil Ural Türlerinden büyükler ikinci gruptan örneklerdir. Avrupa’ya okumaya gönderilen gençlerden memlekete dönenler yeni Bolşevik rejimin kurbanları olur; çoğu öldürülür veya Sibirya’ya sürgün edilir. Kalanlardan bir kısmı için çare Türkiye’dir. Türkiye’ye gelirler ve hemen tamamı profesörlüğe kadar yükselir ve genç cumhuriyet üniversitelerinde bazı bilim dallarının kurucu başkanları olurlar.

İbrahim Yarkın zootekni, Tahir Çağatay sosyoloji, Sait Ali Ankara fizik, Mecit İbrahim Okay kimya, ağabeyi Ahmetcan Okay jeoloji dallarında Türk bilim hayatına önemli katkılarda bulunurlar.

İkinci Dünya Harbinden Sonra

İkinci Dünya Harbi’nin mazlum ve mağdurları da vardır Türkiye’ye gelenler arasında. İkinci Dünya Harbi’nin Alman Rus Harbi’nde Almanlara esir düşen Sovyet Müslümanları Almanların lejyonlar oluşturma teklifini, istiklâl için bir imkân olarak görürler.

Savaş Rusların galibiyeti ile bitince de çoğu Sovyetlere teslim edilir ve ihanetten yargılanırlar. Kaçabilenler çeşitli ülkelerde hayatlarını sürdürür. Bunlardan Baymirza Hayit rahmetli Almanya’da büyük bir Türkolog olur. Ruzi Nazar Amerikan istihbarat örgütü CİA’da önemli görevler yapar. Azadbeg’in babası Dr. Vakıfbeg Kerimi Pakistan’a yerleşir. Ben Türkiye’ye gelebilenlerden ikisini tanıdım.

Ankara’da Kazak Abdurrahman Yunusoğlu ve İzmir’de Özbek Burhaneddin Semerkantlı; ikisi de vatan hasretiyle vefat ettiler. Mekânları cennet olsun. 1950’den sonra Adana ve Akşehir’e Afganistan üzerinden gelip yerleşen batı Türkistanlılar vardır. Bunların çoğu Özbek, bir kısmı Türkmen ve Kırgız’dır.

O yıllarda Doğu Türkistan’dan da gelenler olur. Kazaklar Niğde Altay köyünde ve Salihli’de yerleştirilir. Alibeg Hâkim, Hasan Oraltay, Hızırbeg Gayretullah bu kafilelerde yer alan güzide isimlerdir. Uygurlar gelir. İsa Yusuf Alptekin, Mehmet Emin Buğra ve Salih Baykuzu gibi isimlerin öncülük ettiği bu Uygur grupları, daha çok İstanbul’da Zeytinburnu’nda yerleşmişlerdir.

Nihayet son geliş Afganistan’dandır. 1982 yılında Rus işgali altındaki Afganistan’dan gelen Özbek grupları Gaziantep’e, Hatay Ovakent’e, Şanlıurfa Ceylanpınar’a, Türkmenler Tokat Yeşilyurt’a, büyük Rahmankulu’nun önderliğindeki Kırgızlar, Van Erciş Ulupamir’e yerleştirilirler.

Türkiye’deki Türkistanlılar, Türkiye’deki kardeşleri tarafından yadırganmadılar. Muhacir duygusuna kapılmadan kendilerini anavatanda hissederek yaşıyorlar. Munis insanlar olarak biliniyorlar. Çalışkan ve okumaya hevesliler.

Aralarından iyi aydınlar yetişti. Prof. Dr. Nadir Devlet, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Abdülkadir Donuk, Prof. Dr. Ahat Andican, Enver Altaylı, Prof. Dr. Abdülvahap Kara, Prof. Dr. Salih Aynural halen Türkiye’de ilim ve fikir hayatında önemli hizmetler yapıyor.

Temiz ahlâklı, dürüst ve çalışkan bir şahsiyet, bilgi sahibi olma arzusu, büyük bir geleceği hak etmek için gereklidir. Bu özelliklerle bezenmiş bir topluluktan çok güzel işler çıkar. İşte Türkiye’deki Türkistanlılar böyle bir topluluktur. Yeryüzünün, zamanımız insanlığının, bu özelliklere sahip Türklere ihtiyacı var. Biz Türkiye’si, Azerbaycan’ı, Batı ve Doğu Türkistan’ı, Tataristan ve Başkırdistan’ı ile işte o Türkleriz.

Prof. Dr. Orhan Kavuncu

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242