Enver Altaylı tarafından hazırlanan “Esir Türk İllerinde 90 Gün” isimli eserden bir hatırayı aşağıda sunuyoruz.
…
E
rtesi gün Buhara yakınlarındaki bir kasabaya götürdüler. Burada misafir olduğum evde çok yaşlı bir bey yaşıyordu. Kimsesi yokmuş. Türkistan Millî Mücadelesi sırasında bütün yakınlarını kaybetmiş. Bir oğlunu Tacikistan’a kaçırtmış. Oğlunun daha sonra Afganistan’a, oradan Türkiye’ye gittiğini öğrenmiş. Benimle konuşmak istiyordu.
Dostlar arasında olduğumuz için bu yaşlı adamın kulağına benim bir süre önce Türkiye’de bulunduğumu haber vermişler. İki gözü de görmüyordu. Sibirya’da çalışma kampında gözleri kör olmuş. Kolumdan bir baba şefkatiyle tuttu, rengi, şeffaflığı ve güzelliği bozulmamış gözlerinden yaşlar boşandı:
– “Sen bana oğlumun kokusunu getirdin!” dedi.
İhtiyarın çok asîl bir hali vardı. Hemen ellerine sarıldım. Öpmek istedim öptürmedi.
Ne mutlu bana ki, sizi birazcık memnun ettim. Hiçbir şey yapmadan, bir zahmete katlanmadan hem de.
– “İşte buraya yanımıza kadar geldin ya, Türk illerinden Hür Türk vatanından bize selâmlar getirdin ya. Ay-Yıldızlı bayrağın kokusunu bize getirdin ya.”
Ne de güzel konuşuyordu. Bu şahsı ve hayat hikâyesini merak ettim. Bir fırsatını bulum sordum. Bu günlere nasıl geldiğini öğrenmek istediğimi söyledim.
– “Bize düşen bu kadar hadiseden sonra güzel bir sabır ve Allah’a şükretmektir. Yakında göçeceğimiz manâ âlemi için hazırlık yapmaktır. Evlât sen sordun ben anlatayım.”
İhtiyar derin derin içini çekti ve anlatmaya başladı:
-“Türk Bayrağını benim yerime doya doya seyret!”
Biz Fergane Eyaleti’nde yaşayan çok büyük bir aile idik. Geniş topraklarımız, sürülerimiz vardı. Atalarım çok daha önceleri Kuzey Türkistan’dan gelerek o bölgeye yerleşmişler. Biz Kıpçak Türklerindeniz. Kazakistan’da oturmakta olan akrabalarımızdan bir kısmı gelir ve bizi ziyaret ederlerdi. Tarih boyu bizim topraklarımıza düşman ayağı değmemiştir, Rus ayağından başka. 1917 İhtilâli geldi çattı.
Fergane eyaleti Türkistan Millî Mücadelesinin merkezi oldu. Biz de bütün gücümüzle millî mücadeleye katıldık. Rahmankul Korbaşı benim yakın dostumdu. Korbaşı ile birlikte omuz omuza Ruslara karşı savaştık. Ben Korbaşı’nın emrindeki askerlerin iaşe, silah ve giyecek masraflarını karşılıyordum. Ancak millî mücadele muvaffak olmadı. Korbaşı ve ben tutuklandık. Kızıl Ordu Askerî Mahkemesi bütün aile fertlerini gözaltına aldı.
Ben ve Korbaşı idama mahkûm edildik. Kardeşlerim, diğer akrabalarım da hep ölüm cezasına mahkûm edildiler. Hepsinin cezaları infaz edildi. Nedense benim cezam müebbet sürgün ve temerküz kampı cezasına çevrildi.
Oğullarımdan birini, Tacikistan Komünist Partisi’ne girmiş olan eski dostlarımdan ve parti içinde mücadele vermek için partiye sızmış olan bir dostumun yanına gönderdim. Yavrumu himaye etmişler, daha sonra da Afganistan’a gitmesine göz yummuşlar. O da Afganistan’dan Türkiye’ye gitmiş. İnşallah büyük bir aile olmuştur. Şayet yaşıyorsa ve büyük bir aile olmuşsa gözüm arkada gitmeyeceğim.
Küçük çocuklarım ve hanımımla birlikte bizi Sibirya’ya sürdüler. Küçük bir kızım ve iki oğlum vardı. Çocuklarım benim yanımda, Sibirya’daki temerküz kamplarında öldü. Karım yine donarak öldü. Ben hayatın yükünü taşımak zorunda kaldım. Birkaç yıl önce çok yaşlandığım için serbest bıraktılar. Şimdi bu köyde yaşıyorum. Türkiye’ye gidersen, o ülkenin toprağını öp, Türk bayrağını benim görmeyen gözlerimin yerine doya doya seyret.
Yaşlı adamın anlattıkları beni çok hislendirmişti. Bu imha edilen milyonlarca Türkistanlı aileden birinin hikâyesiydi.