ırım Türkleri, asırlar boyunca yaşadığı Kırım topraklarının
stratejik öneme sahip olmasından dolayı sürekli olarak Rusların baskısı altında
kalmıştı. Kırım’ın Küçük Kaynaca Anlaşması (1774) sonrasında Osmanlı
himayesinden çıkıp, ardından Rus Çarlığı tarafından ilhak edilmesiyle (1783)
baskının şiddeti ve boyutları artmıştı. Kırım üzerindeki bu baskılar Rus
Çariçesi II. Yekaterina’nın “Türksüz
Kırım” ideali ile doruğa ulaşmış, bu dönemde milyonlarca Kırım Türkü
ya katledilmiş veya vatanlarını terke zorlanmıştı.
Buna rağmen Kırım’dan ayrılmayarak millî kimliklerini
korumayı başaran Kırım Türkleri, Çarlık Rusyası’nın son zamanlarında bütün
Türk-İslâm aleminde büyük yankılar uyandıran bir aydınlanma hareketinin
öncülüğünü yapmışlardı. Gaspıralı İsmail Bey liderliğinde çıkartılan Tercüman
Gazetesi etrafında cereyan eden bu hareket kısa zamanda bütün Türk dünyasına
yayılmış ve geniş destek görmüştü.
Bolşevik İhtilaliyle birlikte Çarlık Rusyası tarih
sayfalarına karıştı ve Kırım Türkleri de bağımsızlığını ilan etti. Ancak
Rusların Kırım üzerindeki emelleri onu Türklere bırakmayacak kadar büyüktü.
Nitekim Numan Çelebi Cihan başkanlığında kurulan Kırım Türk Hükümeti’nin ömrü
çok kısa oldu ve bu defa Kırım Bolşevik Rusların hakimiyeti altına girdi.
Ardından “halklara özgürlük”
sloganıyla Bolşevik İhtilalini gerçekleştiren Lenin ve arkadaşları tarafından
18 Ekim 1921’de başkanlığına Veli İbrahimov’un getirildiği Kırım ÖSSC kuruldu.
Uzun zamandan beri Çarlık zulmü altında büyük ıstıraplar yaşayan Kırım
Türkleri, artık sıkıntıların bittiğine inanıyorlardı.
Ruslaştırma
Kampanyası
Kırım ÖSSC’nin kurulmasıyla birlikte Kırım’da
“Tatarlaşma” hareketi de hız kazandı. Daha önce vatanlarını terk
etmek zorunda kalanların bir kısmı yurtlarına dönmeye başladı. Bunların çoğu
yurt dışında eğitimlerini tamamlamış aydın kişilerdi. Onların öncülüğünde Kırım
Türkleri hemen her alanda büyük bir atılım gerçekleştirdi.
Lenin’in ölümünün ardından Stalin’in hakimiyete geçmesiyle
birlikte ülkede uygulamaya konulan Sovyetleştirme adı altındaki Ruslaştırma
kampanyası, bütün toplulukları olduğu gibi Kırım Türklerini de olumsuz şekilde
etkilemişti. Bu dönemde insanlar üzerinde amansız bir baskı ve takip furyası
başlatılmıştı. Önce toprak sahibi zengin köylüler (kulaklar) sürgüne
gönderilmiş, ardından ülkede binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan sunî açlıklar
meydana getirilmişti.
1937-1938 yıllarında ise Sovyetler Birliği’nin her yerinde
aydınlara yönelik bir imha hareketi baş göstermiş, Kırım Türk aydınları da bu dönemde
birer birer ortadan kaldırılmıştı. Sıra Yekaterina’nın hayalini
gerçekleştirmeye geldiği sırada bütün dünyayı kasıp kavuran II. Dünya Savaşı
başlamış ve Alman orduları Sovyet topraklarına girerek Kırım’ı da işgal
etmişti.
Sovyetlerin, sürgün sırasında bile 6 bin Kırım Türkünü Kızıl
Ordu saflarına alması, sürgüne gerekçe teşkil eden “vatana ihanet”
suçlamasının ne kadar asılsız olduğunu göstermeye yeterlidir.
Tam Bir Jenosit
Sürgün edilen yaklaşık 250 bin Kırım Türkünün % 46,2’si,
diğer bir ifadeyle neredeyse yarısı yol boyunca ve sürgünde geçirilen bir yıl
içerisinde hayatini kaybetmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde
topluluklara karşı işlenen suçlar Jenosit (Soykırım) olarak tarif edilmektedir.
Kırım Türklerinin maruz kaldığı sürgün hadisesi sırasında ve sonrasında verdiği
kayıplar, onlara yönelik bir toplu katliam girişimi olarak görülmelidir. Diğer
bir deyimle bunun adı Jenosit yani Soykırım’dır.
Toplu katliamdan sağ kurtulan Kırım Türkleri son derece ağır
sürgün şartlarına rağmen hayatta kalmayı başarmıştır. Ancak vatanında bıraktığı
bütün maddî ve manevî varlıkları imha edilmiştir.
Öncelikle Kırım’daki bütün Türkçe yer isimleri
değiştirilerek yerlerine Rusça isimler konulmuştur. Sürgün sırasında Kırım’da
bırakmak zorunda kaldıktan mal varlıktan müsadere edilmiştir. Tarihî ve
kültürel eserleri tahrip edilmiş, mescitler değişik amaçlar için kullanılmış,
mezar taşları yerlerinden sökülerek inşaatlarda kullanılmıştır.
Sürgünden sonra büyük ölçüde boşalan Kırım’da Türklerin
yerine Ukrayna SSC ve Rusya Federasyonu SSC’nin çeşitli yerlerinden zorla
getirilen göçmenler yerleştirilmiş ve onlara Kırım Türklerinden kalan evler
verilmiştir. Özerk bir cumhuriyet olan Kırım, Rusya Federasyonu SSC’nin bir
bölgesi haline getirilmiştir.
Stalin’in insanlık dışı bu uygulamaları onun ölümüyle
birlikte nispeten son bulmuştu. Yerine geçen Hruşçev, KP XX. Kongresinde
yaptığı bir konuşmada ülkede meydana gelen bütün kanunsuzluklardan ve gayr-i
insanî olaylardan Stalin’in sorumlu olduğunu belirterek, onun döneminde bir çok
topluluğun yaşadıkları yerlerden sürgün edilip haksızlığa uğradığını itiraf
etmiştir.
Daha sonra peş peşe çıkan kanun ve kararnamelerle sürgüne
maruz kalan toplulukların itibarları iade edilmiş, vatanlarına dönmelerine izin
verilmiştir. Yalnız Kırım Türkleri, Ahıska Türkleri ve Volga Almanları bu
haktan mahrum kalmışlardır. Bu uygulama, Sovyet yönetiminin Türkiye ile yakın
ilişkileri olan, sınırlarımıza yakın bölgelerde yaşayan Kırım ve Ahıska
Türklerine karşı takındığı tutumun değişmediğini göstermiştir.
Organize ve Dinamik
Bir Mücadele
Vatanlarına dönmelerine izin verilmeyen ancak sürgünlük
kısıtlaması kaldırılan Kırım Türkleri, diğer Sovyet vatandaşlarının
yararlandığı haklardan istifade etme hakkını elde etmişti. Kırım’da iken
tamamen bir tarım toplumu olan Kırım Türkleri, sürgün olarak yerleştikleri
başta Özbekistan olmak üzere Sovyetler Birliği’nin çeşitli bölgelerinde sosyal
bir değişime uğramışlardır.
Kırım Türkleri artık bir sanayi toplumu olmuş, insanlar
fabrikalarda, çeşitli işletmelerde ve inşaatlarda çalışmaya başlamıştı. Bunun
neticesi olarak yeni bir işçi sınıfı doğmuştu. Eskiden tarımla uğraşan bu
insanların artık kimi şoför, kimi teknisyen, kimi marangoz gibi mesleklere
sahip olmuşlardı. Nüfusunun büyük çoğunluğu şehirlerde yaşamaya başlamıştı.
Gençler yüksek tahsil yapma imkanı bulmuş ve Kırım’da iken sürgün edildikleri
dönemde hemen hiç mevcut olmayan öğretmen, doktor, mühendis, akademisyen gibi
aydın bir Kırım Türk zümresi oluşmuştu. Ancak Kırım Türklerinde meydana gelen
bu sosyal değişim, içlerindeki vatan sevgisini bir an olsun kaybettirmemişti.
Sürgün yerlerinde doğan ve büyüyen bu yeni nesil, sürgünün
bütün acısını yaşamış büyükleriyle birlikte vatana dönüş için millî mücadele
hareketini başlatmıştı. Böylesine organize ve dinamik bir hareketin Sovyetler
Birliği’nde eşi ve benzeri görülmemişti.
Yeniden Bir Sürgün
Sovyet Hükümeti’nin her türlü baskılarına rağmen yılmadan
mücadelesine devam eden Kırım Türk Millî Hareketi’nin ilk zaferi 5 Eylül 1967
tarihinde çıkan “Af Kararnamesi”
olmuştur. Sovyet yönetiminin vermiş olduğu bu taviz, kırım Türklerine Sovyetler
Birliği’nin her yerinde yaşama hakkı veriyordu. Kararnamede “Kırım’a dönemezler” şeklinde bir
ibare yer almadığı halde, büyük ümitlerle geri dönmek isteyen kırım Türkleri
vatanlarına kabul edilmemiş, Kırım’a gidenin vatanlarından ikinci kez zorla
çıkarılmışlardı.
Buna rağmen mücadeleye devam eden Kırım Türkleri, Sovyet
insan hakları savunucularının da büyük desteğini almıştı. Bu destekle
faaliyetlerini daha da artıran hareket üyeleri Moskova’ya heyetler göndermiş,
resmî makamlara toplu dilekçe ve mektuplar yollamış, büyük kalabalıkların
toplandığı gösteriler düzenlemişlerdi. Kırım Türklerinin bu mücadelesi yurt
dışına da taşmış ve yabancı devletler tarafından dikkatle takip edilmişti.
Görülmemiş Bir Açlık
Grevi
Sovyet Devleti’nin bu mücadele karşısında yapabildiği tek
şey, Kırım Türklerine uyguladığı baskı ve cezalandırma hare ketleri olmuştu.
Harekete katılanların bir kısmı tutuklanarak hapse atılmış, bir çoğu hakkında
birbiri arkasına davalar açılmış, kimi de işlerinden çıkarılmıştı. Hareket
liderlerinden Mustafa Cemiloğlu ömrünün 15 yılını Sovyet çalışma kamplarında
geçirmiş, bir mahkumiyeti sırasında tam 303 gün açlık grevine gitmişti.
Bütün dünyaya açlık grevinde öldüğü bildirilen Cemiloğlu,
hayatta kalmayı başarmış ve 1987 yılında Moskova’nın Kremlin meydanında
organize ettiği mitingle Kırım Türklerinin sesini tüm dünyaya duyurmuştu. Bu
miting, Sovyetler Birliği’nde meydana gelen değişikliklere büyük etki yapmıştı
ve Kırım Türklerinin vatana dönüş yolunun açılmasında da büyük rol oynamıştı.
Nitekim, 1989 yılın da SSCB Yüksek Sovyeti tarafından Kırım Türklerinin bütün
hakları garanti altına alınarak vatana dönmelerine izin verilmiştir.
Dileğimiz bütün Kırım Türklerinin yıllardır hasretini çektikleri
vatanlarına dönerek, burada huzur, barış, mutluluk ve refah içinde ebediyen
yaşamalarıdır.
Dr. Kemal Özcan