C
elile üç aylık hamileydi. Sür-git gülümsüyor; ağzını toparlayamıyordu mutluluktan. “Aylardan Şubat günlerden yirmi beş” diye mırıldandı, gökyüzünde donuk donuk parlayan, sarı ışıkları cansız aya bakarak. Ağustos’ta doğuracaktı bebeğini; ikinci yavrusu olacaktı. İlki oğlandı: haşarı mı haşarı, yaramaz mı yaramaz; valla düz duvara tırmanırdı ki şaşa kalırdın bi defa görsen. Celile onun peşi sıra koşmaktantarifsiz zevk alırdı, kocasıyla kayınbabasının “Celile, öyle deli gibi koşma şunun arkasından, düşüp bir yerini kıracaksın kız!” gibisinden uyarılarına kahkahalarla cevap verir ama bir iki soluklandıktan sonra gene seğirtirdi yavrusunun ardından.
Son günlerde kocasıyla kayın babası, bellerinde tabancaları, dolanıp duruyorlardı gece boyunca ormanın kıyısında. Dağlara bakan gözlerinden salt kaygı okunuyordu. Celile kocasına sormuştu daha bir gün önce:
“- Neden dolanıp durursun sabahlara kadar; gözün bi dağda bi ormanda!”
“- Kadın sen hayal aleminde mi yaşarsın! Hankendi’de, Kerkicihan’da o kaltabanların neler yaptıklarını bilmez misin! Yollarımız kesilmiş, dört bir yanımızı sarmışlar, kısılmışız kapana ki tarlanın faresi kaç para! Fırsat kolladıklarını, hepimizi, bizi yaratan Rabbime tez elden yollamak için gün saydıklarını bilmez misin de sorarsın böyle alık alık!”
Sesini çıkarmamıştı ama ağası Alef Hacıyev komutasında 160 özel polisin Hocalı’yı koruduğunu biliyordu. Hepsi bu; 160 delikanlı, ellerinde tüfek, bellerinde tabanca. Arada bir Ermeniler top ve mitralyöz ateşine tutuyorlardı ama henüz hiçbir insan evladını öldürmemişlerdi.
Celile karnındaki bebesinin düşünü kurup evinin bahçesinde dolaşırken, Allah’a hayırlı evlat vermesi için dua ederken üç kahpe kurşun saplanıverdi sırtına! Saat 11:00’di; ayın 26’sına bir saat var yoktu, iki bin Ermeni ipsizi, iki bin Ermeni çapulcusu, başlarında ASALA adına Türk milletinin dışişleri görevlilerini vurmuş Monte Melkonyan, dağdan inip kurşun yağdırmaya başladığında gariban Hocalı halkının üstüne. Vurulanlar boylu boyunca uzandılar otların üzerine, ağaç diplerine yığılıp kaldılar, başlarını dayadılar kayaların yosunlu yüzlerine.
“Sen amanı bilmez misin!” diyenlerin başına çöktü Melkonyan’la adamları ve de mülteci Reise Aslanova! Bıçaklar çıktı kınlarından, kesildi gırtlaklar, kan fışkırdı şah damarlarından, Monte Melkonyan’la adamları ellerini, yüzlerini yıkadılar tertemiz Azeri kanıyla! Savaş sırasına…
Yo yo savaş değil; Rus’un 366. Motorize Piyade Alayı’nı da arkasına alarak saldıran Ermenilerin soykırımıdır Hocalı! İnsan Hakları İzleme Örgütü, “Hocalı katliamı, Dağlık Karabağ’ın işgalinden bu yana gerçekleştirilen en kapsamlı sivil katliam” olarak nitelendirir bu vahşeti. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmi açıklamasına göre 106’sı kadın, 83’ü çocuk omak üzere 613 Azeri vatandaşı vahşice öldürülmüştür! Eksiktir bu sayı Melkonyan’ın günlüğüne göre. Ölen 613 cana ek olarak toplam 487 kişi ağır yaralanmış, bin 375 kişi tutsak alınmış ve 150 kişi kaybolmuştur! Meksika, Polonya, Pakistan ve İslam İşbirliği Konferansı’yla ABD’deki kimi eyaletler Hocalı’nın soykırım olduğunu kabul etmişlerdir resmen; anıtlar dikilmiştir ölenlerin hatırasına…
Savaş sırasında Rus destekli Ermeni birliklerine komutanlık yapan, daha sonra da Ermenistan Cumhurbaşkanlığı katına, Azeri kardeşlerimin cesetlerine basarak tırmanan Serj Sarkisyan, bir akşam üstü viskisini yudumlarken İngiliz gazeteci Thomas De Waal’e baktı gülümseyerek:
“- Hocalı’dan önce Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyorlardı. Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacağına inanmışlardı. Biz bu varsayımı kökünden söküp attık. Olay bu kadar basit! Gereken dersi verdik!”
Arkadaş, “Ben de Ermeni’yim” diye İstanbul’un yollarına dökülüp bağıran çağıranlara armağan olsun bu satırlar…