azreti Peygamber’in vefatından hemen sonra İslâm Dini’nin
Turan Yurdu ve Orta Asya’ya doğru çıktığı bu tarihi ve ilahi yolculuğunda, hem
de bu en erken devirlerde ulaştığı Türk yurtlarından birisi de şüphesiz ki bugünkü
Azerbaycan olmuştur.
İslâm hidâyet güneşinin feyzli ışıkları ilk defa bu
topraklar üzerine düşmüş, İslâm dini buralarda dal budak salmış ve daha
sonraları Azerbaycan İslâm Kültür ve medeniyetinin en göz kamaştıran
ülkelerinden biri olmuştur.
Gerçekte, İslâmiyet Azerbaycan’a
siyâsi ve dini manada ilk defa Hazreti Ömer (634-644) devrinde girmiştir. Buna
sebeb de İran’ın Müslüman Arab orduları tarafından bir yıldırım harekâtıyla
fethedilmesi ve asırlık Sâsânî Devleti’nin bir daha ayağa kalkmamak üzere
yıkılıp gitmesi idi. Daha sonra İran’ın kuzey kesimleri fethedilmiş böylece İslâm
Dini’ne Azerbaycan, İrminiye, Kafkaslarda yaşayan Hazar Türkleri, hatta Don
Volga boylarında yaşayan Bulgar Türk boylarına giden yol da açılmıştır.
Güven Veren Anlaşmalar:
Hazreti Ömer’in vali ve komutanları Azerbaycan yetkilileri
ile yaptıkları anlaşmalar halkın itimat ve güvenine mazhar olmuş bu sebeble
İslamiyet Azerbaycan içlerine kadar süratle yayılmıştır.
Bu anlaşmalardan birini, Hazreti Ömer’in değerli komutanlarından
Huzeyfe bin El-Yemân Erdebil şehri temsilcileriyle yapmıştır.
Bu anlaşmada:
“Bütün Azerbaycan adına sekiz miskal
ağırlığında ve sekiz yüz bin dirhem ödemeleri, ayrıca onlardan kimsenin
öldürülmemesi, esir alınmaması ve bütün bunlardan daha da önemlisi ateş evleri
ve Mecûsi mabedlerinin yıkılmaması” kaydedilmiştir.
İslam kaynaklarından et-Taberi’nin
tam metnini kaydettiği diğer bir anlaşmaları da Hazreti Ömer’in Azerbaycan
Valisi Utbe bin Fergat, Erdebil şehrinin derebeyi olan İsfendiyar Ferruhzad ile
yapmıştır.
Bu anlaşmalarının metni de aynen şöyledir:
Bismillahirrahmanirrahim;
“Bu müminlerin emiri Hazreti Ömer bin el-Hattab’ın
Azerbaycan âmili (valisi) Utbe bin Ferkad tarafından Azerbaycan ahalisine, dağlarında,
ovalarında köşe ve bucaklarında, yaylalarında yaşayan bütün kavimlere, herkese
verilmiş bir “emân”
dokunulmazlık fermanıdır.
Onlardan çocuk olanlar, kadınlar, elden ayaktan düşmüş
zayıflar, ihtiyarlar, elinde avucunda bir şey kalmamış fakirler cizye ödemekle
yükümlü değildir. Dünyadan elini eteğini çekmiş, münzevi bir hayat yaşayan
kimseler de cizye ödemekle yükümlü değildir. Onlar böyle olduğu gibi, bu âbid
ve münzevi kişilerle birlikte olanlarda aynıdır. Yani cizye ödemekle mükellef
olmayacaklardır.
Azerbaycan ahalisi Müslüman Arab askerlerini (gerektirdiği
takdirde) birgün veya bir gece barındıracakları gibi, onlara rehberlikte
edeceklerdir. Bu askerlerden bir kişiyi bir sene barındıranlar o senenin
cizyesinden muaf olacaklardır. Bunun gibi dışardan gelenlerde böyle olacak,
yanlarında misafir olarak kaldıkları kimsede bir sene cizyeden muaf olacaktır.
Bundan sonra bu kimselerden yurduna dönmek isteyenler varacakları yere
ulaşıncaya kadar emniyet ve güven içinde olacaklardır”.
Yukarda da ifade edildiği gibi, bu barış anlaşmalarının
Azerbaycan’ın İslâmî dönemi ve İslâm Dini’nin bu topraklarda yayılması
açısından çok ayrı bir yeri vardır. Zira söz konusu barış anlaşmalarının umumî
muhtevasından da anlaşılacağı gibi bu anlaşmalar ile Müslüman şefkat elinin
onları kucakladığı ve onları Allah’ın dinini kabul etmeye çağırdığı görülür. Bu
bakımdan Azerbaycan anlaşmaları son derece şerefli bir anlaşmalardır.
Zira bu anlaşmalarda; yerli halk hor ve hakir görülmemiş,
onlara her türlü müsamaha ve kolaylıklar gösterilmiş, Azerbaycan ahâlisi ancak
ödeyebilecekleri miktarda bir cizye ile mükellef tutulmuş, bunda son derece
adil bir yol izlenmiş ve halkın ödeme gücünü zorlayan aşırı mali yükümlülüklere
fazla yer verilmemiştir. Kimlerin cizye ödecekleri ve kimlerin bundan muaf
tutulacakları çok bariz ve net bir şekilde ifade edilmiş ve bunda yerli halkın
lehine son derece merhametli bir yol takip edilmiştir.
Ayrıca kişilerin seyahat hakkı ve hürriyeti hiçbir şekilde
kısıtlanmadığı gibi, üstelik seyahat edenlere her türlü yol emniyeti
sağlanmıştır. Hülâsa bütün bu açıklamalar nazar-ı itibara alındığında
Azerbaycan ahalisi ile yapılan bu barış anlaşmaları ve onun ihtiva ettiği
hükümlerin ne kadar medeni, şahsi hürriyetlerine ne derece saygılı olduğu
görülür. Anlaşmalar o çağlarda imzalanmış, kendi sahasında örnek ve
Müslümanların hemen her devirde iftihar edeceği bir medeniyet ve insanlık
belgesidir.
Azerbaycan’a Sahabe
Akını
Bilindiği gibi Müslüman Fatihler Hazreti Ömer zamanında,
Azerbaycan’ın iç kısımlarına dalmışlar ve buralarda İslâm namına bir çok şehir
ve kasabalar fethetmişlerdir. Azerbaycan’da Hazreti Ömer devrinde yerli ahaliye
verilen bu ahidnamelerle bir manada İslâm’ın yolu açıldığı gibi, son derece
yaygın ve süratli bir İslâmlaştırma faaliyeti de kendiliğinden başlamış oluyordu.
Azerbaycan’a İslâm hidayet nurunu götüren yüzlerce sahabe
vardır. Bunlar arasında; Hazreti İmam-ı Hasan, Hazreti İmam-ı Hüseyn, Selman-ı
Fârisi, Ebu Hureyre, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin
Abbas, Abdullah bin Amr b. el-As, Huzeyfe bin el-Yeman, Abdurrahman bin Rabia
el-Bâhili, Selman bin Rabia el-Bahili gibi daha bir nice ve sahabenin en önde
gelen simaları da bulunmakta idi.
Bu nur yüzlü insanlar; bir çiçekten diğer çiçeğe koşan bal arıları gibi,
Azerbaycan şehirlerine dağılmışlar, hatta Kafkas sınır boyları Babü’l-Ebvâb‘a
(Derbent) kadar gitmişler, küfrün karanlık girdabı ve dalalet çöllerinde
susuzluktan sanki dudakları çatlayacak bir hale gelen bu zavallı insanlara
Allah’ın hidayetine kavuşturmuşlardır. Onların bu mübarek hizmetleri ve baş
döndürücü tebliğ ve irşad faaliyetleri sonucu Azerbaycan’ın her bir şehir ve
kasabasında yüzlerce binlerce insan Müslüman olmuş ve bu şehirlerde birçok
cami, mescid, Kur’an-ı Kerimi öğretmek için mektebler yapılmıştır.
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı