ıl 1596… Devir, Sultan III. Mehmed devri… Estergon Kalesi düşmüş, sınır kasabaları Avusturyalıların eline geçmiştir…
Padişah, hocası meşhur tarihçimiz Sadüddin Efendi‘nin de zoruyla çarnaçar ordunun başına geçip düşman üstüne savlet eyler…
Amacı, Avusturya Arşidükü Maksimiliyan’ın kumanda ettiği Alman, Macar, İspanyol, Leh, Çek, Slovak, İtalyan, Hollanda ve Belçika ordularından oluşan Birleşik Avrupa Ordusu’na haddini bildirmektir…
Kanuni Sultan Süleyman’dan bu yana (yaklaşık 50 yıldır), ilk kez bir Osmanlı padişahı sefere çıkmaktadır. Hoca Sadüddin Efendi de Padişah’ın yanındadır.
Nihayet Haçova’da Avrupa Ordusu’yla karşı karşıya gelinir.
Tatar kuvvetleriyle birlikte Osmanlı Ordusu 100 bin civarındadır. Birleşik Avrupa Ordusu ise 300 bin… İlk kapışmada Osmanlı Ordusu büyük bir sarsıntı yaşar. Padişah bile tereddüde düşüp Hoca Sadüddin Efendi’ye danışır: “Ne iştir Hocam?“
“Bu büyük bir iştir Hünkârım, ecdadınız zamanında dahi cengu cidal böyle olmuştur… İnşâallahü teâlâ fırsat ve nusret ehl-i İslâmındır. Hatırınızı hoş tutasuz.“
Padişah, Peygamber Efendimiz’in hırkasını giyer, hilafet kılıcını çeker, Peygamber sancağını açar, “Allah’ını seven arkamdan gelsün!” diye nâralanıp saldırır…
Düşman çok kalabalıktır. Bu yüzden. Padişah etkili olamaz. Sol kanat bozgunundan sonra, Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa’nın tuttuğu sağ kanat da bozulunca, düşman Padişah’ın bulunduğu merkeze yüklenir. “Hurra” çığlıkları “Allah” seslerine karışır. Düşman ilk zaferini ilk saatlerde kazanır: Osmanlı ordugâhının bir bölümünü işgal edip yağmaya başlar. Yenilgi kaçınılmaz gibidir, ama gün doğmadan neler doğar…
Şimdi gelin, savaş gününden altı ay öncesine gidelim…
İstanbul’da Hoca Sadüddin Efendi’nin makamındayız. Yeniçeri yazılma hevesiyle Balkanlardan kopup gelen Çolak Hasan, bir eli olmadığı gerekçesiyle reddedilince, Sadüddin Efendi’den yardım istemeye gelmiştir. O kadar yalvarır, öyle bir ağlar ki, Hoca, farklı bir formül bulmak zorunda kalır:
“Gazi olmak ille de asker olmakla kaim değil a benim oğlum, aşçı yamağı olarak seni orduya aldım mı, gaza sevabına daldın demektir. Din-i Mübine hizmetin küçüğü büyüğü olmaz.“
Böylece Çolak Hasan, Haçova’ya giden orduya aşçı yamağı olarak katılır.
Haçova Savaşı’nın en amansız anında, mutfak çadırından dışarı çıkar. Savaş meydanına bakar bakmaz bozgunu fark etmesiyle içeri dalıp eline geçirdiği nacağı (küçük balta) döndüre döndüre feryada başlaması bir olur:
“Küffar, Padişah’ı ele geçirmek üzere, durmayın, davranın!“
Karakullukçu Ocağı (hademe takımı) bir anda hareketlenir. Balta, nacak, kepçe, satır, bıçak, tokmak, kazma, kürek, ellerine ne geçtiyse kapıp savaş meydanına dalarlar. Çolak Hasan ön safa geçmiş, Karakullukçu takımına önderlik etmektedir.
Dağılan Osmanlı askerlerin bir kısmı bu cesaretten utanıp savaşa döner. Bu kararlılık ve fedakârlık yeniçerileri coşturur. Yağmaya dalan düşmanın üzerine öyle bir atılma atılırlar ki, düşman Osmanlı Ordusu’nun taze takviye aldığını zanneder, kaçmaya başlar.
Savaşın çehresi bir anda değişmiştir: Avrupa Ordusu kendini bir daha toparlayamaz ve çolak bir aşçı yamağının önderliğinde, tencere-tava saldıran hademe takımı sayesinde Haçova Savaşı hezimetten zafere döner (22 Ekim 1596).
Yavuz Bahadıroğlu