“Merkezî Türk Hakimiyet Teorisi”nden Pratiğe
ünya Kalesini (Anadolu Yarımadası) nı elinde bulunduran bir millet (İç Çember’e Balkanlar – Ortadoğu) hükmeder. İç Çember’e hükmeden bir millet ise Dış Çember’e yani dünyaya hakim olur.
Batı dünyası bilim adamları tarafından ileri sürülen dünya hakimiyet teorileri, bizzat Batı dünyası tarafından uygulanmış ve teorilerin bir kısmının uygulama safhasında yanlış olduğu görülmüştür. Bugün A.B.D ve İngiltere gibi ülkeler tarafından uygulamaya konulan bir kısım teoriler ise tek başlarına geçerliliğini hemen hemen yitirmek üzeredir. Çünkü bu ülkelerin siyasi ve ekonomik göstergeleri incelendiğinde, dünya hakimiyetlerinin, yakın gelecekte sona ereceği beklenmektedir.
Milattan önce 2. yüzyıl ortalarından bugüne kadar uygulama safhasına konulan ve başarılı olan bir dünya hakimiyeti pratiği vardır. Bu hakimiyetin teorisi, tarafımızdan geliştirilerek, “Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi” şeklinde isimlendirilmiştir. Ayrıca bu teoriye; (teorinin temelini ve çekirdeğini oluşturan Dünya kalesi, bugün için Türklerin yaşadığı toprakları içine aldığından) kısaca “Türk Hakimiyet Teorisi” de denebilir.
Teorimizi şu şekilde oluşturabiliriz:
Asya, Afrika ve Avrupa eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer alan Anadolu yarımadası, dünya kalesini, aynı zamanda dünyanın kalbini (heartland) oluşturmaktadır. Çünkü Anadolu’nun üç tarafı denizlerle çevrilidir. Rakım bakımından kıtaların en yücesi olan Asyadan (1010 m.) bile hayli yüksek (Türkiye’nin ortalama rakımı1,132 m.) bir kara parçasını teşkil eder. Anadolu yarımadasının Asya ve Afrika’ya bitişik olduğu kesimlerde aşınması zor sıradağlar yer almaktadır.
Bütün bu genel özellikleriyle, Anadolu tam bir kaleyi andırmaktadır. Anadolu yarımadasında iç kale görevini Ankara ile bölge içindeki Konya, Sivas ve Kayseri şehirleri üstlenmiş; Ankara eteklerinde, tarihin büyük düğümlerini çözülüp bağlanmıştır. Tarih seyri içinde Ankara ve çevresi, Etiler’in, Firikyalılar’ın, Lidyalılar’ın, Romalılar’ın, Bizanslar’ın, Selçuklular’ın ve Osmanlılar’ın sığınma yeri ve çevreye yayılma bölgesi olmuştur.
45 Ülke
Bugün, Osmanlı Devleti’nin fiilen hükmettiği topraklar üzerinde, toplam 45 ayrı ülke vardır. Bu ülkelerden 27’si, “Asya-i Osmaniye’de” (Osmanlı Asyası), 13’ü “Avrupa-i Osmaniye’de” (Osmanlı Avrupası) ve 5’i “Afrika-i Osmaniye’de” (Osmanlı Afrikası) yer almaktadır. Bunların toplam yüzölçümleri 11.437.706 kilometreyi bulmakta ve bu ülkelerin hepsinde bugün için toplam 373.957 000 kişi yaşamaktadır.
Gerek antlaşmalar ve gerekse çeşitli yollardan yardım gönderme gibi ilişkiler sonucunda, Osmanlı Devleti’nin etkisi altında toprakların yüzölçümü 24 milyon metrekareyi bulur. Bu toprakların tamamı ele alındığında, bugün için bu topraklar üzerinde 60’ı aşkın bağımsız ülke bulunmaktadır. Ayrıca bu gibi ülkelerin kıyı kesinimde veya topraklarının bir kısmında kısa süreli de olsa hüküm sürmüştür. Bütün bu ülkelerin, gerek siyasi ve gerekse ekonomik potansiyelleri ele alındığında, geçmişte olduğu gibi, bugün için de dünya platformunda büyük bir öneme sahip olduğu açıkça görülmektedir.
Osmanlı Devleti’nin fiili olarak idaresi altında olan topraklar üzerinde, bugün için bulunan ülkelerin toplam yüzölçümleri 11,4 milyonu kilometrekareyi bulmakta ve bugün için bu ülkelerde 373 milyon insan yaşamaktadır. Bu da dünya geneline oranlanırsa, dünya ülkeleri toplam yüzölçümünün % 8,5’ini, nüfusunun % 6,5’ini teşkil etmektedir.
Halifeliğin Yavuz Sultan Selim Han zamanında Osmanlı Devleti’ne geçmesi ile birlikte ve bazı ülkeler ile yapılan antlaşmalar sonucunda bu toprakların ve nüfusun miktarları hayli yükselir. Bir bakıma Osmanlı Devletinin hakimiyeti altında kalan topraklarda bulunan bugünün ülkelerinin alanı dünya yüzölçümünün yaklaşık % 38’ine, nüfusunun % 40’ına tekabül etmektedir.
Bu oranlara, Osmanlı Devleti’nin çeşitli tarihlerde yaptığı savaşlar sonucunda elde ettiği zaferler ve antlaşmalar yolu ile etkilediği; İtalya, İngiltere, Norveç, İzlanda, Lihteştayn, Fransa, Monako, Almanya, İrlanda, Cebelitarık, İspanya, Hollanda, Portekiz, İran, Danimarka gibi ülkelerin yüzölçümleri ve nüfuslan da hesaba katılırsa, bugünkü dünya topraklarının ve nüfusunun yansından fazlasına hükmettiği söylenebilir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin hükmettiği asırlarda, Amerika ve Avustralya gibi yeni dünya kıtalarının henüz Avrupalılar tarafından bilinmemesi ve bu toprakların o dönemlerde çok az nüfus barındırması gözönünde tutulursa, Osmanlı’nın dünya nüfusunun % 90’ına hükmettiği anlaşılmaktadır.
Yeni Bir Osmanlı Bekleniyor
Dünya siyasi haritasına bakıldığında; Osmanlı haritası üzerinde, özellikle Balkanlar, Kafkaslar ve Arap yarımadasının petrol bölgelerinde, çok sayıda küçük yüzölçümlü devletlerin yer aldığı dikkati çeker. Osmanlı haritasının pay edilmesinde, bölgenin jeopolitik öneminin ve ekonomik potansiyellerinin büyük rol oynamış olduğu ve zamanın süper ezici güçlerinin menfaatlerinin ön planda tutulduğu apaçık görülür. Ancak, hazırlanan bu harita üzerinde, son bir asırdır, menfaat çatışmaları yüzünden huzur ve barış sağlanamamış, her bir noktasında sıcak çatışmalar olagelmiştir.
Balkanların tamamı, Filistin, Basra Körfezi, Cezayir, Libya, Mısır, Kafkaslar, dünya üzerinde cereyan eden en şiddetli bölgesel savaş yerlerini oluşturmaktadır. Bugün bu haliyle, bütün bu bölgeler, yeni bir kurtarıcı, yeni bir Osmanlı bekler durumdadır.
Peki, söz konusu bu hakimiyet neden sona ermiştir? Hemen şunu belirtelim ki, şu fani dünyada hiçbir şey ebedi olamaz. Osmanlı için de bu böyledir. Ancak bazı yanlışlıklar yapılmasaydı, belki daha da uzun ömürlü olabilirdi denilebilir. Belki diyoruz, çünkü Osmanlı zaten dünyada en uzun ömürlü devletlerden biridir.
Merkezî Türk Hakimiyet Teorisi, gelecekte yeniden uygulamaya konabilir mi? Elbette konabilir. Çünkü coğrafya buna müsaittir. Sadece tarihin tekerrür etmesi gerekmektedir. Tarih tekerrür eder mi, etmez mi? Bilinmez amma şu bir gerçektir ki, “Yiğit düştüğü yerden kalkar.” Dünya hakimiyeti de öyledir.
Kaynak: Tarih ve Düşünce
Prof. Dr. Ramazan Özey