T
eknemiz tarihi limanından içeri girip demir atınca gözlerimle Rodos’un camilerini aradım, minarelerini bulmaya çalıştım. Ama hayret, Rodos’ta benim bildiğim çok cami olmasına rağmen, şehrin siluetinde minare göze çarpmıyordu. Karaya çıkıp, öğle namazı vakti minaresiz bir caminin avlusuna girdim. Avluda turist oldukları kıyafetlerinden belli olan insanlar dolaşıyor, resimler çekiyorlardı. Camiin açık kapısı önünde bir adam oturmuş, gelenleri karşılıyordu. Ben de adama, yöneldim ve doğrudan,
– ‘‘Selamün aleykum’’ dedim. Adam, hararetle selamımı aldı ve hemen arkasından sordu:
– ‘‘Nerelisiniz?’’ İstanbul’dan geldiğimi duyar duymaz yüzündeki ifade yumuşadı ve kendini tanıttı:
– ‘‘Ben de bu camiin imamıyım ve Gümülcineliyim.’’ Camiin ibadete açık ve cemaatin olup olmadığını, ezan okunup okunmadığını sordum.
– ‘‘Cami, turistlerin ziyaretine serbest, müezzin de ben de burada bekliyorum. Namaz kılacak cemaat bulursak, kılıyoruz.’’ dedi.
Öğle namazı vaktinin geldiğini, büğün ne olacağını sorduğumda aslında sadece cuma namazlarını cemaatle kıldıklarını; ama bazen Türkiye’den ve Müslüman ülkelerden ziyarete gelen türistlerin isteği olursa cemaatle vakit namazı da kılabileceklerini söyledi. Biz konuşurken yeni abdest almış olduğu anlaşılan çok yaşlı bir kişi de yanımıza yaklaştı. O da müezzin efendiymiş. Evet, artık imam, müezzin ve ben üç kişi olmuştuk. İstersek bir küçük cemaat yapabilirdik. Bu teklifimi onlara aktardım.
Müezzin efendi,
– ‘‘Şimdi bir Arap geldi abdest alıyor, belki o da kılmak ister.’’ dedi. O Arap kardeşimizi de bekledik. Sonra ben müezzin efendiye çekinerek,
– ‘‘Eğer mahzuru yoksa ezanı dışarıda yüksek sesle okuyup okuyamayacağını’’ sordum. Yüzüme bakıp,
– ‘‘Müezzinin vazifesi ezan okumak, hazır cemaat de bulduktan sonra okumaz mıyım?’’ dedi. Sonra da yaşından beklenmeyecek kadar gür bir sesle ‘‘Ezan-ı Muhammedi’’yi Rodos semalarında yankılattı.
Tüylerimiz diken diken olmuştu. Turistler şaşkınlıkla bizi izliyorlardı. Gümülcineli Türk bir imam, Rodos’un yerlisi bir müezzin, İstanbul’dan gelme bir cemaat ve onlarla beraber bir Arap. Hep birlikte namaza durduk. Arkamızdan flaşlar patlıyor, turistler geri planda bizi seyrediyordu. İmam efendi namazdan sonra uzunca bir süre Kur’an- ı Kerim okudu ve sonunda Türkçe bir dua yaptı. Birbirimizi tebrik ederken, Arap kardeşimize,
– ‘‘Sen nereliydin?’’ diye sorduk.
– ‘‘Dimyatlıyım. Dimyat’ı bilir misiniz?’’ dedi. Aman Allah’ım, Dimyat’ı bilmez miyiz?.. Hem de Rodos’ta, Dimyat’ı bilmez miyiz?..
Osmanlı, Rodos’a sefer yapacağı zaman donanmanın bir kısmı Mısır’ın Dimyat Limanı’ndan, diğer kısmı da İstanbul’dan sefere çıkardı. Aman ya Rabb’im şu işe bak! Aradan yüzlerce yıl geçmiş, şimdi Rodos Camii’nde iki Müslüman cemaat olmuş. Biri Dimyatlı biri de İstanbullu…
Ben ki, Kızıldeniz’den Adriyatik’e kadar Osmanlı coğrafyasını dolaşmış ecdad yadigarı nice mabedde namaz kılmışım. Hatta sadece camide değil, Tuna kıyısında, Estergon Kal’asının burcunda bile namaza durmuşum. Fakat şu Rodos’taki namaz var ya, Rodos’taki cemaatin havası var ya bir tarihçi olarak bana neler yaşattı; beni nerelerden nerelere götürdü…