K
arahanlı büyük Türk Devleti, fûtuhatçı Cihan Devleti geleneğine aykırı olarak, Orta Asya’ya tıkılmıştı. Gelecek, İslâm âlemine girmekle mümkündü. Türk Devleti de, bu âlemin kuzeydoğu sınırı üzerinde idi. Yolunu, Maverâ-ünnehr ve Horasan’a hâkim bir İran devleti, Sâmâniler kesiyordu. Bu barajı aşmak gerekiyordu.
İslâm âlemine, müstevli olarak girmenin imkanı, imkânı olsa istikbali yoktu. Elde İslâm’ın Kılıcı olarak girmek gerekiyordu. Türkler, bu kılıcı ellerine aldılar, ve… Bir daha bırakmadılar. 20. asra kadar…
Sâmânî devletinin zaten epey Müslüman Türk tebeası vardı. Bunlar, Türk hâkanlığı yönetimini memnuniyetle kabül edeceklerdi. Mâverâünnehr ve ardından Horasan’a inmek, jeopolitik engelleri yok ediyordu. Türk’ü açık denizlerin kapısına getiriyordu. Abdülkerim Han, belki bir buçuk asır sonra kurulacak Türkiye Devletlini, Akdeniz ve Karadeniz sahillerine erişmeyi de hayâl etmiştir.
Türk gelenekleri, İslam şeriatine çok aykırı değildi. Meselâ Gök Tanrı dininden Türkler, domuz beslemez, domuz eti yemezlerdi. Zinanın cezası idama kadar gidebiliyordu. Kızlarda bekâret esastı. Uzaktan bir kabilenin Türk mü, Moğol mu olduğu hemen anlaşılırdı. Zira Moğollar domuz besler, yer, kadınlarını ve kızlarını misafire ikram ederlerdi.
Nihayet Türkler, Gök Tanrı’larına “Tek Tengri” derlerdi. Allah’ın Tek olduğunu kavrayabilmişlerdi ama, onun Gök Tanrı’ları olduğuna inanıyorlardı.
İslâm, Türkler için yabancı bir din değildi. Milyonlarca Türk, Türkistan’dan İran’a, Arap ülkelerine gelmiş, ihtida etmiş, şan ve şerefle Müslüman toplumuna katılmışlardı. Budizm gibi dinleri kabûl edenlerin ise gelenekleri alt üst olmuştu. Mesela. Budizm savaşı yasaklıyordu. İslam’da ise kutsal gaza ve cihad vardı. Bu da Türk manevi yapısına ve Türk tarihine çok uygun düşüyordu.
Türkler Kılıç Zoruyla Müslüman Olmadılar
Burada şunu ehemmiyetle belirtmek gerekir, Türkler, İslam’ı kılıç zoruyla kabûl etmediler. Kendileri hidâyete talib oldular. Bunun da ne kadar büyük bir meziyet olduğu açıktır.
Türkler’in İslamı kabulü, 924 yılından sonra, Dünya tarihinin akışını değiştirdi. Sünniliğin Hanefi mezhebini, Matüridi mezhebi ile beraber kabulleri ise İslam tarihine damgasını vurdu. İmam Mâtüridi Hazretleri, Semerkandlı bir Türk’tür ve Satuk Buğra Han’ın yetiştiği topraklarda onunla ayni zamanda yaşamış, Buğra Han’dan 11 yıl önce 944’te ölmüştür. İmâm’ın irade-i cüz’iyye’ye çok ağırlık vermesi, Türk karakterine uygun düşmüştür.
İmam-ı âzam Hazretlerinin, Sünni mezheplerin ilkini kurması da öyle… Burada Abbâsi halifelerinin de Hanefi olduğunu hatırlamak gerekir. Ancak bu mezhebi, İslâmın en kalabalık mezhebi hâline getiren Türkleridir. Zaten bazı kitaplarda Hanefilik için “Türk mezhebi” denmiştir.
Bu yıllar, Bağdad’da Abbâsi halîelerinin, Şii ve İranlı Büveyhiler’in tahakkümü altına düştükleri dönemdir. Türkler önce Sünniliği hakim kılıp Şi’i sultasından kurtarmışlardır. Türkler, bütün İslâm’ın savunmasını üzerleri almışlardır. Türkler Müslüman olmasa idi, bugün Hind yarımadasındaki milyonlarca Müslüman yoktu.
Haçlılar’a karşı İslâm’ı hangi güç savunacaktı? Şüphesiz Kudüs’e değil, Mekke’ye gireceklerdi. İslâm’ı Orta Avrupa’ya kadar götürüp Hristiyan emperyalizmini hangi kudret 19. asra kadar geciktirecekti? Böyle bir dönemde Türk’ün İslam’a katılması takdir edilmişti. Türkler’in Müslüman olması ile İslâm’ın coğrafyası, bir misli daha genişliyordu.
Satuk Buğra Han’ın Abdülkerim adını almasından bir buçuk asır sonra, Karahanlılar’ın halefleri olan Selçuklular, İslam âleminde yönetimi ellerine geçirdiler.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, İslamî benimsemekte direnen Budist ve Gök Tanrı’cı Türkler’e karşı sert davrandı. Câhiliyet’de direnen Araplar’a yapılan muameleye benzer. 924 yılında Müslüman olup bu çok büyük inkılâbı gerçekleştirdiği zaman, Bizans’ı alan Fâtih’ten ancak 2 yaş büyük, 23 yaşında idi. 31 yıl tahtta kaldı. 955’te öldü. Doğu Türkistan’ın Kaşgâr şehri dışında Artuç’taki türbesinde gömülüdür ki, ora Türkleri’nin kutsal makamı olarak bin küsur yıldan beri ve günümüzde de büyük saygıyla ziyaret ediliyor.
Abdülkerîm Satuk buğra Han, Türkler’i Müslüman yapmakla, bir büyük milletin geleceğini aydınlattı. Onu yetiştiren bereketli topraklardan Ahmed Yesevî zuhur etti. Yesevî’nin Horasan erenleri, Türk’e takip edeceği manevî yolu gösterdiler.
Yılmaz Öztuna