1
989 Fergana hâdiseleri, Ahıskalıların çileli hayat yolunda unutulması mümkün olmayan en kanlı hâdisesidir. 23 Mayısta başlayan hâdiseler, 3 Haziranda kanlı saldırılara dönüşüş ve 10 Hazirana kadar devam etmiştir. Hâdiselerin neden başladığı ve kim tarafından başlatıldığına dair farklı iddialar ortaya atılsa da bu durum şimdiye kadar tam olarak aydınlatılabilmiş değildir.
Fakat bir gerçek vardır ki eğer o dönemin S.S.C.B idaresi isteseydi bu kanlı hadiselerin yaşanmasına dahi izin vermezdi. Böyle büyük çapta, iyi organize edilmiş hadisenin arkasında büyük güçler olmadan, belli bir grubun bu kanlı gösterileri gerçekleştirmesi mümkün değildir.
Hadiselerin neden ve kim tarafından gerçekleştirildiği bilinmiyor olabilir fakat bilinen bir gerçek var ki milletimizin başına gelen bu hadiseler sahipsizlikten, vatansızlıktan, koca dünyada tek kaldığımızda dolayı yaşanmıştır. Bütün bu yaşanan hadiselerin sebebi 1944 sürgünüdür.
Kırk beş yıl gurbetlerde vatan mücadelesi veren milletimiz, dünyaya sesini duyuramadı, elinden tutan, arka çıkan olmadı. “Bunlar da insandır” diyen olmadı ve maalesef bugün de bu konu beynelmilel arenada tam manasıyla gündeme getirilemiyor. Ne Türk dünyası, ne İslam dünyası, ne de insan hakları savunucuları bu konuya yeterince önem vermemişlerdir. Dolayısıyla milletimizin bu kanayan yarası hala da kanamaya devam etmektedir.
1929 yılında Ahıska, Ruslar tarafından işgale uğrayınca, âşıklarımızdan biri Sultan Mahmut’a hitaben şöyle bir ağıt yakmıştır:
Ahıska gül idi gitti,
Bir ehli dil idi gitti,
Söyleyin Sultan Mahmut’a
İstanbul kilidi gitti.
Ne acıdır ki şimdi sadece kilit değil, kapı da çatı da gitmişti. Bağı hazan vurmuş, darı tipilerde savrulmuş ama dünyadan çıt çıkmıyor. Bütün dünya bir âşık kadar duyarlı olamıyor. Ama inanıyorum ki bu milletin bir kısmı gurbet batağından kurtulup anavatanımız Türkiye’ye yerleştiği gibi, bugün dünyanın neresinde olursa olsun bir gün bu millet gurbet batağını terk edip atalarımızın topraklarına dönecektir. Bir gün Ahıskalıların damından da baykuş uçacak, zulmete gün doğacak, tılsım bozulacak ve milletimiz de diğer milletler gibi anavatanına kavuşacaktır.
Burada maksadımız geçmişi kurcalayıp, insanlarımızın yaralarını deşmek, kalplerine husumet ve kin tohumları ekmek; diğer bir milleti de yerden yere vurmak değildir. Bu hadiselerde kendilerinin ve ailelerinin canlarını riske atarak, Ahıska Türklerini ölümden kurtaran yine Özbek milleti olmuştur. Onun için kargaşayı çıkartarak, belli güçlerin maşası olan teröristleri, Özbek milletiyle karıştırmamak gerekir.
Bu hadisenin yaşandığı tarihlerde, bir tarafta Türklerle dili, dini, kültürü, kökeni aynı olan Özbek milleti, diğer tarafta ise teröristler vardı. Özbeklerin ne kadar misafirperver, hayırsever, elindeki son lokmasını başkalarıyla cömertçe paylaşan bir millet olduğunu, biz Ahıskalılardan daha iyi bilen ikinci bir millet olabilir mi? Çünkü 1944 yılında Ahıskalılar öz vatanlarından kopartılıp, Özbekistan’a sürüldüklerinde, daha İkinci Dünya savaşı sona ermemişti. Sadece Özbekistan değil, bütün dünya açlıktan kıvranıyordu ve sefalet içinde yaşamaktaydı. İşte böyle bir günde Özbek milleti, Ahıskalılara kucak açmış, bağrına basmış, evini, yerini, yurdunu ve nihayet son lokmasını paylaşmıştı.
Geçmişi unutup, maziden ders almayanları, gelecekte acı sürprizler bekler. Onun için ne geçmişimizi ne de kültürümüzü unutmaya hakkımız yoktur. Gelecek nesiller bunun hesabını bizlerden soracaktır. Bir toplumun, milli değerlerini daha da zenginleştirerek gelecek nesillere aktarabilmesinin en güzel yolu kendilerine miras kalan değerlere sahip çıkıp onları koruyabilmesidir.
Mircevat Ahıskalı