B
osna-Hersek tam 110 sene önce bugün elimizden bir sabun gibi kayıp gitti. Tam 445 yıldır Türk yurdu idi. Bu kadar kolay bir şekilde nasıl kaybedildi?
Bir dönem ve hâlâ birilerince suçlamalar hep II. Abdülhamid Han’a yönetilmektedir. Hem iktidara müdahale ederler. Hem de hiçbir suçu kabul etmez bunlar. Bir anlamda mert de değillerdir.
Zira tarih bilgisi bir yana tarihi metodolojisini de kaybettik. Neden ve niçin böyle oldu demek bizim defterimizde yer almaz oldu. Sadece, II. Abdülhamid Han döneminde elimizden çıkan yerler deyip müsebbipleri gözden ırak tutulmaktadır.
Bilindiği üzere, Bosna-Hersek, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmıştı. Osmanlıların şefkatli ve adil idaresi, Bosna’daki Bogomillerin kitle hâlinde İslamiyeti severek kabullerine sebep olmuştu. Boşnak Bogomiller, bir anlamda Hıristiyanlığın müsamahasızlığından İslâm’ın hoşgörüsüne sığınmışlardır. Günümüzde kullanılan Boşnak tabiri de, Müslüman olmuş bölge halkına verilen isimdir.
Aslında Tanzimat’ın ilanı ile birlikte bölgede sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. 28 Şubat 1856 tarihinde yayımlanan Islahat Fermanı ve Hıristiyanların yeni birtakım haklar kazanması zaten 1839’dan beri rahatsızlık içerisinde olan Bosna Müslümanlarını daha da huzursuz etmeye yetmişti.
Bosna’da Müslüman ahali ile gayrimüslimler arasında ciddi ihtilaflar yaşanmaya başlandı. 1859 yılında “Bosna Çiftlikâtı Nizâmnâmesi” ile bölge ekonomisine bir düzen verilmek istenmişse de uygulamada zorluklarla karşılaşılmıştır. Bununla birlikte bölgede tam anlamıyla bir huzur ortamı oluşturulamadı. Bu itibarla 1861 yılında bölgede ayaklanmalar başgösterdi.
İsyanı bastırmakla Ömer Lütfi Paşa görevlendirildi. Özellikle Karadağ’dan destek gören asileri etkisiz hâle getirmek için mücadele eden Ömer Paşa, bir taraftan Bosna’daki karışıklığı giderirken bir taraftan da Karadağlı asileri tenkil etti. İsyanda dahli görülen yerel idareciler görevlerinden azledildiler (1862).
Tanzimat Devri’nde Bosna ile payitaht arasındaki ortaya çıkan bir diğer mesele ise askere alma hususunda yaşanmıştı. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra oluşturulan askerlik sisteminde Osmanlı eyaletlerinden düzenli asker toplanması kararı alınmış ve asker temini süreci başlatılmış olmasına rağmen Balkanlarda Bosna ve İşkodra bölgesinden bir türlü asker toplanamamıştı.
Bilhassa Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa’nın, Bosna’daki isyanı bastırırken lüzumundan fazla sert davranması soğukluğa sebep olmuştu.
Ahmed Cevdet Paşa
Bosna için istikrarsızlık dolu yıllar sürerken Ahmed Cevdet Paşa, isyanların sebeplerinin incelenmesi, meselelerin çözülmesi ve bölgedeki hadiselerin yatıştırılması için Bosna’ya görevlendirilecek ve başarılı bir müfettişlik dönemi geçirerek Bosna tarihinde iz bırakacaktır. Bir anlamda bir ülkenin devlete nasıl bağlanacağını, bir milletin devletini nasıl seveceğini müşahhas bir şekilde bir kez daha göstermiş olacaktır. Hadise şöyle cereyan edecektir.
Cevdet Paşa, 1863 yılında Bosna vilâyetinin teftişi ile vazifelendirildiğinde vaziyeti öncelikle bölge eşrafından tertip olunan bir heyetle müşavere etti. Paşa “Sultan Abdülaziz Han efendimiz hazretleri beni teftiş memuriyeti için buraya gönderdi ve Kadıaskerlik rütbesi verdi. Bunun ne manaya işaret olduğunu bilirsiniz. Ben Kadıaskerim, fakat askerim yok. Sizlerden bir yeni asker isterim. Olmaz ise çok eğlenmeyip giderim” dedi.
Müşavere heyeti bunun son derece zor olacağını dile getirdiler. Cevdet Paşa ise başarılı olacağından emindi. Sadece kendisinin yanında olmalarını istedi. Gerçekten de paşa, bir buçuk yıl içerisinde Bosna’da lâzım gelen ıslâhatı muvaffakiyetle yerine getirdi. Ayrıca masrafı bölge halkı tarafından karşılanmak üzere iki alay asker tanzimine de muvaffak oldu. Halbuki yıllardır havalide asayişin bozulması sebebiyle asker olmaktan çekinen Boşnaklar arasında askerî tensikatta bulunmak neredeyse imkânsız hâle gelmişti. Neticede askerliği kabul için Bosna eyaleti dışına çıkarılmamak şart koşulmuştu.
Bizi Bu Şereften Mahrum Bırakmayın!
Ahmed Cevdet Paşa, bu durumu dâhiyâne bir buluşla hükümsüz hâle getirdi.
O zamanlar, askerî elbiseler içinde en câzibi Talia alaylarının kıyafeti idi. Şâşâalı, ihtişamlı yeşil şeritlerle süslü olan bu elbise ile boylu poslu Boşnak delikanlılar, daha câzip, daha yakışıklı ve daha heybetli görünüyorlardı.
Cevdet Paşa, câmideki merasim sırasındaki hitap ederken bir vesile ile sözü elbisedeki yeşil şeridin remzettiği mânâya getirdi ve “Bu remzi taşımak, îcâb-ı hâlinde Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’yi müdafaa gibi kudsî bir vazife uğrunda fedâîliğe işarettir. Bu yolda can vermekten korkanlar bu elbiseyi giyemez ve bu remzi taşıyamazlar” dedi. Bunun üzerine câmide bulunan Boşnak delikanlılar;
“Biz ne gün için varız. İcap edince biz de Mekke’yi, Medine’yi ölümüne müdâfaa ederiz. Bu yolda şehit düşeriz. Bizi bu fedâîlik ve kahramanlık şerefinden mahrum bırakmayınız” diyerek candan yalvarmağa başladılar.
Hâlbuki o gün Bosna ileri gelenleri asker yazmakta ısrar yüzünden büyük bir ihtilâlin kopacağını tahmin ediyorlardı. Hatta bir kısmı ”kimvurduya gitmesinler’‘ diye yapılan davete bile icabetten çekinmiş ve evinden çıkmamıştı.
Hâlbuki evvelce asker olmaktan kaçanlar şimdi aşk ve gayretle öne fırlamış askere alınmak için yalvar yakar olmuşlardı. Bu durum oradaki devlet büyüklerini tasvir edilemeyecek derecede hayret ve şaşkınlık içerisinde bırakmıştı.
Hatta vaziyetten haberdar olan Avusturyalılar aleyhte propagandaya başlayarak Osmanlı Devleti’nin malî sıkıntı içinde olduğunu ve askere para veremeyeceğinden bahsettiklerinde onlar;
“Para için askerlik etmek bizim dinimize yakışmaz. Biz askerlik vazifesini ancak din ü devletimiz için ifâya borçluyuz. Erkân-ı Vilâyet böyle münasib görmüş, Kaza-i Erbaa (Saraybosna, Gradacaç, Travnik, Mostar) müftüleri dahi fetva vermiş. Biz ondan dönmeyiz” diye cevap vermişlerdi.
Padişah fermanıyla bölgeye giden Ahmed Cevdet Paşa, Bosna’yı ince bir siyasetle devletine bağlamayı başarmış imkânsız denilen problemleri kolaylıkla gidermişti. Nitekim bundan sonra geçen kırk beş senede en küçük bir isyan hareketi görülmezken koskoca bir ülke bir günde nasıl elden çıkabiliyordu?
Gaflet mi vardı? İhanet mi olmuştu? Müsebbibi II. Abdülhamid Han mı yoksa İttihatçılar mı idi?
TEFEKKÜR
Aklın hüneri vadi-i hikmetdedir ancak
Tahkik ile hikmet nice bir dilde yer eyler
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil