arihi Batı Anayolu’nun şekillenmeye başladığı sırada, bazı
devletler, hükümranlık için mücâdele etmekte iken, doğu ve batının dengelerini
de bozmuşlardır. V. yy’da, batıyı Doğu Roma’nın varisi Bizans, doğuyu da İran’daki
Sasaniler temsil ediyordu.
Hun İmparatorluğunun ikisi arasında genişlemesi, Türkleri
Avrupa’da, Euro-Asia’da ve hatta Çin sınırlarına kadar hâkim kılmıştı. Hunların
Seyhun ve Ceyhun taraflarındaki temsilcileri de bir başka Hun kolu idi. İran kaynaklarının
suskunluğuna rağmen Bizans ve Hind tarihçileri, bu Hunları Akhunlar diye
tanıtmaktadır.
Mleccha diye de nitelendirilen Türklerin kitabelerde görülen
tanımlanmaları Huna’dır. Sahip bulundukları yöreler de Huna-Mandala’dır. Bizans
belgelerindeki Eftalitler de, Sasanilerin büyük rakibi olup, şimdiki Abdallar
ile ilgili görülmektedir.
Afganistan ve sonra Kuzey Hindistan’a yayılan Akhunlar, aynı
zamanda doğu batı anayolları üzerindeki arazinin mutlak hâkimleri idiler. Kuzey
ve güneyde iki bölüm hâlinde saltanat sürmüşler, Toramana ve Mihiragûle gibi
hükümdarlar vasıtası ile Hindistan’ın kuzeyinde tam hakimiyet kurmuşlardır.
Fa-Hian, Sung-Yun ve Haüan-Taang gibi buddhist hacılar,
Hindistan’daki gezilerinde zaman zaman Akhunlardan bahsetmişlerdir. Akhunlar,
kuzeydeki kollarının Göktürk-Sasani işbirliği sonunda ortadan kaldırılmasından
sonra da, Hindistan’da varlıklarını bir müddet daha devam ettirebildiler.
Müslümanlar, VII. yy’da, Hind kapılarına dayandıklarında,
karşılarında Akhunların küçük varislerini bulmuşlardı, İslâm Coğrafyacılarına
göre, Ceyhun ile İndus havzası arasında kabileler mozayiği mevcudtu. Oğuz
Kabilelerinin birçoğu, bu yöreleri iskân etmişlerdi. Bunların ne zaman
Afganistan ve Kuzey Batı Hindistan’a geldikleri pek aydınlığa kavuşturulamamıştır.
Dr. Emel Esin, Ord. Prof. Dr. Z. V. Togan ve E. Konukçu’nun
araştırmalarına göre, konar-göçer vaziyette yaşayan Türk kabileleri menşelerini
Akhunlar’dan almakta idiler.
Nitekim, Çin seyyahları ve İslâm coğrafyacılarının
yazdıkları da ileri sürülen fikirlere uygunluk arzetmektedir. El-Birûni,
Kâbilşâhları anlatırken, Böri Tiğin’den, yâni Kurt prensten bahsetmektedir. X.
yy’da, ahâli arasında bu tür rivayetlerin bulunduğunu gören el-Birûni, Türk’ e
benzeyen ve mitolojik unsurları bünyesinde toplayan atadan bahsetmektedir.
Gazneliler
Zerdüştlük, İslâmiyet ve Buclhizmin iyice etkin olduğu
Hindistan’da, dolayısiyle kuzeybatısında Türk karakterli devletin kurucuları
Gaznelilerdir. “Âl-i Yemin” diye devrin kaynaklarında yer alan hanedanın Sebüktigin
ve Gazneli Mahmud Hân gibi büyük hükümdarları olmuştur.
Başkentleri Kabil ve Hind geçidleri arasındaki Gazne idi.
Gazneli Mahmud Hân’dan önce Kuzey-Batı Hindistan kapıları ardına kadar
açılmıştı. Zira, bir önceki hükümdar Sebük Tigin, Türkşâhilerin yerini alan
Hinduşâhi denilen Brahman hâkimlere son vermiş ve Mahmud Hân’da, cihat bayrağı
ile Hindistan’a sürekli akınlarda bulunmuştur.
Kuzeyde Selçuklular ve Karahanlıların etkin olmaya
başladıkları sırada, Mahmud Hân XI. yy. başlarında belki de günahlarını ödemek
için Hind gazalarına başlamıştı.
“Tabâkât-ı Nâsırî”de
de temas şâildiği gibi Aybek, Hinduların Dili dedikleri Köhne Dehli’yi başkent
edinmiş ve zaman zaman da Lahorda oturmuştur. İslâm kaynaklarında Dehli diye
geçen şehir, kısa zamanda Türklerin Hindistanının başkenti olmuştur.
Aybek gibi Mu’izzî Melikleri arasında bulunan Türk beyleri
de, Hindistan’ın içlerine, doğusuna nüfuz etmişler, bu arada Pencâb ve Sind’i
de Türkleştirmişlerdir. Nâsır-ed-Dîn Kabaca, Tâc-ed-Dîn Yıldız, Baha-ed-Dîn
Tuğrıl ve Kalaçlardan Muhammed, İndus ile Aşağı Ganj’a kadar her yere sahip
olmuşlardır. Şimdiki Bangladeş’de ilk İslâm Türk hâkimiyetini kurarak,
Lakhnautîyi başkent edenler de Kalaçlar dolayısiyle büyük bir kahraman olan Muhammed’tir.
Türklerin Hindistan’ın kurucuları, Cüzcâni’nin de işaret
ettiği gibi Mu’izzî Melikleri idi. Aybeg, İltutmış, Balaban, Celâl-ed-Dîn Firûz
Şâh, Gazi Melik Dehli Türk sultanlıklarının kurucularıdır.
Bu devlet yöneticileri Hindistan’da, yeni dönemin parlak
şahsiyetleridir. Hemen hepsi Ganj akarsu sisteminin önemli bir kolu olan Jamuna
Nehri yakınındaki, tepeler üzerinde kurulmuş kent Dehli’de oturmuşlardır.
Tancalı Arap seyyahı İbn Battûta, XIV. yy ikinci yarısına
doğru, Dehli Sultanlarının başkentini gezmiş, hayatının bir kısmını burada
geçirmiş, İslâm ülkelerindeki şehirler arasındaki statüsü üzerinde durmuştur.
Gerçekten de, Hindu Dili’si, XIII. yy başlarında Köhne yâni eski olmaktan
kurtarılmış ve gittikçe büyütülmüştür. Bu sebeble, şehrin belli başlı
merkezleri en güzel dinî ve kültürel yapılarla donatılmıştır.
Tuğluklar ve
Babürlüler
Tuğluklular, Hindistan’daki birçok, devletin babasıdır.
Onların vali veya komutanları Gucerat, Malva, Dekken, Bengâl ve hatta Güney
Hindistan’da dahi Türk-İslâm gücünün temsilcileri olmuşlardır. Çağataylı
Tarmaşirin’in Hind akınları da, Dehli ve çevresine kadar ulaşmıştır.
Timur’un, meşhur 1398 seferinde Hindistan’da, Müslümanları,
Hindu baskısından kurtarmak için epeyce uğraştığı, tarihçilerince anlatılmıştır.
O, kişiliğini her zaman takdir ettiği Tarmaşirin’in Hindistan’daki hatıralarına
daima hürmet göstermiştir.
Tuğluklular tarih sahnesinden çekilirken, bu defa Seyyid
menşeli idareciler Dehli’de saltanat sürdüler. Afganistan’dan kaynaklanan
Lodi’lere karşı, Babur ilk fırsatta rakip olmuş ve Kuzey Hindistan’ı ele
geçirmiştir. Bizdeki Malazgird Meydan Savaşı ne ise, Hindistan’da da Panipat
aynı özelliği taşımaktadır. Bu zafer ile, Timurlulara, Hindistan kapıları
ardına kadar açılmıştır. Böylece Babur, Osmanlılar gibi süper bir devletin
kurucusu olmuştur.
Türk-Moğol diye nitelendirilen muhteşem devlet, asla Moğol
şemsiyesi altında gösterilmemelidir. Sebebi de, Babur’un da vurguladığı gibi,
aile Timurlulardan inmektedir. Devletin yönetici gücü Türk menşelidir.
Kaynaklarda hanedan, damad anlamına gelen Küregen’le ilgilidir.
Hümayun, Ekber, Cihanşah, Şahcihan ve Evrengzib, çağına
damgalarını vurmuş hükümdarlardır. Safevi, Osmanlı, Portekiz, Hollanda, Fransız
ve İngilizlerle münasebetleri olmuş, iç ve dış ticarette, kültürde ve
medeniyette hareketlilik sağlamışlardır.
Mahalli devletlerle olan mücâdelede galip çıkmışlar ve Hind
Türk birliğini de sağlamışlardı. Ancak, ingiliz siyâseti karşısında XVII. yy
dan itibaren varlık gösteremediler. Bu tarihten sonra hızla çöküşe gidildi.
XVIII. yy’da, Babürlüler açısından Hindistan haritası hiç de
iç açıcı değildir. Hindu kökenli devletçikler, asıl yapıya zarar verirken,
İngilizler de kendilerini hissettirmeye başlamıştır. Son Babürlü hükümdarı,
batmayan güneşin temsilcilerinin insani olmayan hareketlerine maruz kalırken,
raca ve büyük racalar da, onlarla işbirliği yolunu seçmişlerdir. 1850’den sonra
da Babürlüler artık siyâsi rollerini tamamlamışlardır. Bundan böyle, yeni bir
devir başlatılmıştır. Hindistan artık İngiliz egemenliğindedir.
Prof. Dr. Enver Konukçu