tuzbeşinci Osmanlı
Sultanı, Sultan Mehmed Reşad han zamanında sarayda muallime olan Safiye Ünüvar,
Padişahın torunları Düriye ve Rukiye Sultanlara Kur’an-ı Kerim dersi verir. Çocuklar
Kur’an-ı Kerimi bitirince sarayda bir hatim merasimi tertiplenir. Saray erkanı
huzurunda evvela Düriye Sultan, sonra Rukiye Sultan üç İhlas-ı Şerif ve
Muavvizeteyni ve Fatihayı okurlar. Daha sonra hatim duası yapılır ve şerbetler
dağıtılır. Bu sırada Musahip Ramiz Ağa elinde atlas bayrakla içeri girer.
Bayrağı Düriye Sultan’a takdim eder ve Düriye Sultan şu nesri okur:
Efendiler,
Bu bayrağın kıymeti kelimelerle anlatılamıyacak
kadar ulvî bir mâna taşır. Tarihimizin bir safha-i gururu, milletimizin bir
timsal-i zivekarıdır. Bu al harenin sath-ı âl’ine resmedilmiş şu ay yıldız, bir
zamanlar büyük ülkelerin ufkunda doğan ayyıldızdır.
Asırlardan beri ufuklarda dalgalanıyor. Bu gün de
Osmanlıların mümessilliğini ifa etmektedir. Turan’un zümrüd ovalarından,
Anadolunun sin-i samimiyetine ihtiyar-ı hicret eden ve az zamanda cihanın üç
büyük kıt’asının en mutena sahalarında muazzam bir devlet vücuda getiren
Osmanlıların şimdi fahrâmiz bir hatırası, satvet ve mefharet mirasıdır.
Bu sevimli sancak, büyük Osmanın, âzîmkâr ve cesur
Fatih’in, kahraman ve metin Selim’in cengâver evlâdı elinde etrafa fütuhat
teraneleri saçarak balkanların en yüksek ve azametli tepelerinden aşmış, taa
Viyana ovaları karşısında ve Çaldıran çöllerinin semâkarîn afakında rekzedilmişti.
Yine bu ayyıldız kemal-i ihtişamla Hindistan
kıyılarına kadar giderek, Barbarosların, Turgutlar’ın heybetli gemilerinin
direklerinde al mevceleriyle temevvüc ederek Osmanlıların şanını, kudsiyetini
i’lâ etmiştir.
Saadet asırlarında ecdadımız yorulmak bilmeyen
gayet-i cihangirânesi ile bu ayyıldızın namus ve haysiyetini yükselttiler. Bu
bayrak yüksele yüksele semanın esîrî maviliklerine kadar suûd eylemiş kamer ile
kevakib’in hale-i takdisine gömülmüştü. Ah!… O mazi, öyle bir mazi ki şevket
ve satvetle dolu. Bu sancak ve o mazi.
Ey güzel ve büyük bayrak! Türklüğün şaşaalı
asırlarında sen metin ve muazzam kal’aların semalara erişen burçlarında,
Osmanlı gemilerinin yaldızlı gireklerinde dalgalanır, deniz sana bir nişane-i
takdis olarak mavi sularıyla titreşir, dağlar, ovalar seni nesimin zemzeme-i
samimiyetiyle kucaklar ve okşar. Beldeler, kal’alar, kuleler sana kapılarını
açar, düşman orduları taşıdığın âlemgirane nağmenin heybetiyle tarumar olur.
Sana ey şanlı sancak! Sana ey büyük hilâl! Sana her şey eğilir. Arz-ı ihtiram
eylerdi. Tebcil ve takdis sana, en kalbî hürmet, en hakikî merbutiyet, senin
şeref ve namusun uğrunda ölen ve feda-i can eden Mübeccel şehitlerine ihtiram.
Tarihin lâyemut sahifelerine geçen şahidi olduğun menakıb-i kahramannameye
perestişler…
Evet! Ey al sancağım sana ve temsil ettiğin
milletin tarihine binbir selâm ve ihtiram…
Seni kahretmeğe hazırlanan bütün düşmanların
karısında sen ulviyetinden hiçbir şey kaybetmezsin. Salibin karşısında hilâl
daima yükselecek ve muhteris düşmanlarını helâk edecektir. Bu, değişmez bir
kanundur. Göklerden inen hilâl, yine göğe yükselecektir. Yükselmek, bu senin
şaşmaz kaderindir.
Daima yüksel ve yaşa.
Düriye Sultan’dan sonra Rukiye Sultan da, İbrahim
Alaaddin Bey’in aşağıdaki bayrak şiirini okudu.
Bayrak
Ertuğrul’un ocağında uyandım,
Şehitlerin kanlariyle boyandım,
Nice düşman kal’asıne uzandım.
Sana, selâm ey Osmanlı Bayrağı.
Çırpınarak dalgalanır kanadım,
Gökyüzüne çıkmak mıdır muradın?
Gölgende can vermek ister evlâdın,
Sana, selâm ey Osmanlı Bayrağı.
Ey şerefin, büyüklüğün fermanı,
Ey kavgalar tarihinin destanı,
Seni ister şu toprağın her yanı,
Sensiz tütmez Osmanlılık ocağı,
Sana, selâm ey Osmanlı Bayrağı.
Kaynak:
Safiye Ünüvar-Saray Hatıralarım.
Safiye Ünüvar