P
eygamber efendimizin İslâmiyeti tebliğiyle birlikte dünyânın ücrâ köşesinde yaşayan küçük bir kavim, ilâhî bir tecellî sonucu yeni ve büyük bir millet hâline geldi. Meçhul, basit bir hayat süren ve hattâ aşağılanarak yaşayan insanlar hidâyete erince birdenbire târihin mümtaz kahraman, fâtih ve dâhileri oldular.
Halîfe Hazret-i Ömer, emrindeki bir avuç Müslüman gâzisiyle 641’de Suriye ve Mısır kıtalarını fethederek koca Doğu Roma’nın kanatlarını kırdı. 642’de Büyük Sâsânî İmparatorluğunu yıkarak Ceyhun kenarına ulaştı ve Türklerle temasa geldi.
Türklerin hiçbir baskı veya zor durumda kalmaksızın İslâmiyeti kabul etmeleri üç ana sebebe dayanmaktadır:
Birincisi Türklerin inanç ve yaşayış sistemlerinin İslâmiyete çok yakın olması. Tek bir yaratıcıya îmân, âhiret ve rûhun ölmezliğine inanma ve yaratıcıya kurban sunma gibi temel inanışlar İslâmiyette de vardı. Buna zinâ, hırsızlık, gasp, adam öldürme, yalancılık ve koğuculuk gibi kötü huylar Türklerde olduğu gibi İslâm dîninde de şiddetle men ve yasak ediliyordu.
Nihâyet, İslâmiyetteki cihad emri, Türkün alplik ve fütuhat görüşüne uygun düşüyordu. Bu gibi sebeplerle öncelikle Mâverâünnehr (Türkistan) bölgesinde yaşayan Göktürkler arasında İslâmiyet yayılmaya başladı.
Türklerin İslâmiyetle şereflenmelerinin ikinci safhası da bu sırada gerçekleşmeye başladı. Daha kuzeyde ve batıda yer alan Müslüman olmayan Türkler bilhassa Türkistan’la ticârî faaliyetleri sırasında kendi dillerini konuşan ırkdaşlarının dînine daha çabuk ve kolaylıkla girdiler.
Mâverâünnehr’deki Türkler arasında da İslâmiyet 8. asrın başından îtibâren yayılmaya başladı. Bu durumun diğer Türk ülkelerini de tesir ve câzibesi altına almaya başlaması Abbâsîler döneminde vukû buldu. Abbâsî sultanlarının Türklere karşı fevkalâde yakınlık göstermeleri bu faaliyetin daha da süratlenmesine sebep oldu.
Halife El-Mansur (754-775) zamânından îtibâren Türkler, Arap ordularına asker olarak dâhil olmaya başladı. El-Me’mun döneminde (813-833) Türklerden husûsî muhâfız birlikleri teşkil olunmaya başlandı. Nihâyet halife Mu’tasım zamânında (833-842) halifelik ordusunun esâsını Türkler meydana getiriyordu. Türk ordusu için Samarra şehrini inşâ eden halife, sarayını ve pâyitahtını da buraya nakletti.
Müellifler artık Türklerin, Araplarla aynı millet gibi olduklarını (İslâm milleti) ve Bizanslılar gibi müşrikler yanında gayri müslim Oğuzlarla bile harp ettiklerini yazmaktadır. Halife el-Mütevekkil zamânında (847-861) ise Abbâsî Devletinin en önde gelen üç şahsiyeti Türktü. Onuncu asrın ilk yarısında emîrül-ümerâlığa iki Türk kumandanı Beckem ve Tüzün getirilmişti.
Türklerin Bağdât’ta idâreyi ele almaları üzerine uzak eyâletlerde bulunan Türk vâliler, müstakil birer hükümdâr gibi hareket etmeye başladılar. İlk Müslüman-Türk devletlerinden bâzıları bu sûretle kuruldu. Bunlar arasında Mısır’daki Tûlûnoğulları Devleti (868-905), Ahmed bin Tûlûn isminde bir Türk kumandanı tarafından kurulmuştur. Ahmed bin Tûlûn, Dokuz Oğuz Türklerindendi. İbn-i Tûlûn, Mısır’ı birçok mîmârî eserle süslemiştir. Tûlûnlular Devleti, 905’te sona ermiş ve yerine az zaman sonra Tuğaçoğlu Mehmed’in kurduğu Türk İhşidîler Devleti ortaya çıkmıştır.