MakalelerMedeniyetimiz

Misyoner Bir Kadının Kaleminden Abdülmecid Hân’ın Bursa Ziyareti

Amerikan vatandaşı Eliza Schneider, kocası Benjamin Schneider ile
misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak üzere 1833 yılında Bursa’ya geldi.
Misyonerlik faaliyetleriyle ilgili hazırladığı raporları birer mektup şeklinde
Amerika’daki Alman Protestan Klisesine gönderdi. Bursa’da kaldığı yıllarda,
şehre gelen Abdülmecid Hân’ın ziyareti ile alakalı da bir mektup yazdı. Aşağıda
bu mektubun Türkçesini sunuyoruz.

                                                                                                                                                                                                                                                                       Editör

Sevgili Dostlarım,

Ş

imdiye kadar Sultanın bu şehri
şereflendirdiği ziyaretinden bahsetmedim sizlere. Başka herhangi bir ülkede,
herhangi bir durumda böyle bir ilgi ve heyecana tanık olmamıştık.
Majestelerinin gelişinden neredeyse bir ay önce şehirde hummalı bir hazırlık
başlamıştı. Hemen hemen herkesin yüzünde heyecanlı bir tebessüm vardı ve herkes
attığı adıma dikkat ediyordu.

İstanbul’dan özel olarak bu
ziyaret sebebiyle gelen iki üç paşa bu önemli konuk için yapılan hazırlıklara
nezaret ediyor ve sağa sola emirler yağdırıyordu. Farklı vazifeler üstlenen
binden fazla işçi çalıştırılıyordu. Paşanın Bursa’daki konutu büyük bir
ihtimamla yenilendi. Uludağ’ın yakınlarına muhteşem bir köşk (sayfiye evi)
kuruluverdi. İkisi de güzelce boyandı ve hem dışları hem de içleri zevkli bir
şekilde döşendi. Şehirde pek çok düzenleme yapıldı.

Şehrin iki limanı olan Gemlik ve
Mudanya’ya uzanan 25 ve 30 kilometrelik iki yol düzenlendi. Engebeler
kaldırıldı, çukurlar dolduruldu ve tepeler düzlendi; en azından belli bir
seviyeye getirildi.

Sultanın teşrif edeceği gün
binlerce insan sokaklara dizildi. Sultanın geçeceği beş kilometrelik yolun
üzerindeki evlere doluşanlar pencerelere üşüştüler. Bu insanların arasında
kalmaya başladığımızdan bu yana böylesine bir heyecana şahit olmamıştık. Burası
artık imparatorluğun başkenti olmadığı için hüküm süren Sultanlardan hiçbiri şimdiye
kadar burayı ziyarete gelmemişti.

O günün sabahında Sultanın
Bursa’ya doğru yola çıktığı ve öğleden sonra şehre varmasın beklendiği yönünde
haberler ulaştı. Bir tellâl Sultanın yaklaşmakta olduğunu halka duyurdu. Yollar
sanki haşmetmeaplarının atının basmasına uygun değilmiş gibi kumla kaplandı. Ve
Sultanın gideceği her yere temiz kum serpilerek hazırlıklar tamamlandı.

Silahlı kuvvetleriyle birlikte
Sultana nezaret edecek olan Bursa Paşası, cüppeler içinde çok sayıda rahiple
birlikte Rum ve Ermeni piskoposları ve Bursa’da ikamet eden yabancıların ileri
gelenleri Sultanı karşılamak üzere hazır bulundular. Farklı milletlerden
çocuklar da güzel elbiseler içinde karşılama komitesindeki yerlerini almıştı.
Beyaz elbiseleri ve mavi kuşaklarıyla Rum çocukları ellerinde küçük birer
çelenk taşıyordu. Sultanın peşi sıra şehrin içine doğru ilerlerken bu mutlu
vesileden duydukları sevinçlerini ifade eden bir şarkı söylediler. Müslümanlar,
Ermeniler, Katolikler, Rumlar ve Yahudiler bu uçsuz bucaksız karşılama komitesinin
bir bölümünü oluşturuyordu.

Bu muhterem ziyaretçi top
atışlarıyla ve saray bandosuyla karşılandı. Haşmetmeapları ağır ağır şehre
yaklaşırken hükümdarı korumakla görevli 40 kişilik hassa kıtası çift sıra
halinde ön safta ilerliyordu. Önden ve yanlardan hassa kıtasıyla koruma altına
alınmış Sultan, altın işlemelerle donatılmış atının sırtında belirdi.

Haşmetmeapları muhteşem altın
nakışlarla bezenmiş askeri bir üniforma giyiyordu. Siması pek çarpıcı
sayılmazdı. Halim selim bir ifadesi vardı. Hiç itici değildi. Sultanın
arkasından paşalar, subaylar ve 200 süvari eri geliyordu. Onların ardında da
her zümreden vatandaş ve halk yığını vardı.

Muazzam miktarda eşya
getirilmişti. Bunların arasında diğer pek çok kıymetli öteberinin yanı sıra bu
seyahatin masraflarını karşılamak üzere 12 at yükü yeni basılmış sikke olduğu
söyleniyordu. Sultanın şehri ziyaret ettiği süre boyunca pek çok hediye
verilmişti. Din adamları, okul çocukları, askerler ve diğer pek çok zümre
Sultanın lütuflarından istifade etmişti.

Sultanın ziyareti sona erdikten
sonra kaldığı sarayda ya da köşkte başka kimsenin ikamet etmesi beklenmiyordu.
Aynı kaide gereğince Sultanın bindiği muhteşem atlar ya da tekneleri de başka
hiç kimse kullanamıyordu. İnsanların zihninde bunların mukaddes olduğuna dair
bir inanç vardı.

Ancak Sultan şehirden ayrılırken
sarayının kendisine nezaret eden paşanın hizmetine mahsus söylemişti. Köşke ise
göz kulak olmak için bodrum katındaki odalardan
birinde kalan bir adam ve karısından başka kimse yerleşmemişti.

En sonunda
hanedan mensupları şehirden ayrılmak üzere gerekli hazırlıklarını tamamladı.
Gidişleri de gelişleri gibi bir hayli coşkulu ve tantanalı oldu.
Yoksulara para saçıldı; ancak paraları saçma vazifesini üstlenenler
zahmetlerinin karşılığı olarak muhtemelen kendilerini
cömertçe ödüllendirdiler.

Eliza Schneider (Tercüme: Neşe Akın)

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242