nbeşinci asır…“Türk Asrı!” Batıda Osmanlı, doğuda Babür Devleti hüküm sürüyor. Batıda padişah Kanuni Sultan Süleyman, doğuda Babür’ün oğlu Hümayun Şah…
Osmanlı Devleti’nin en büyük amirallerinden biri olan Seydî-Ali Reis, Portekizlerle savaştıktan sonra Umman Denizi’nden Hint Okyanusu’na açılıyor. Burada şiddetli bir kasırgaya yakalanan filo pek çok kayıp vererek Hindistan’a varıyor. Ancak kadırgalarının çoğunu kaybeden Seydî-Ali Reis deniz yoluyla yurda dönemeyeceğini anladığı için seyahatine karadan devam etmeye karar veriyor. Hindistan, Türkistan, İran üzerinden İstanbul’a selametle dönen Seydî-Ali Reis’e, başta Hindistan olmak üzere geçtiği yerlerdeki devlet adamları büyük sevgi ve ilgi gösteriyorlar. Aşağıda Seydî-Ali Reis’in Hindistan’daki hâtıralarından bir bölümünü sunuyoruz.
________
…Sultanpur yoluyla Fîrûzşâh’a geldim. Lâhûr – Delhi yolunu 20 günde aldım. Zilkaade ayı sonunda Delhi’ye vardım. Delhi eskiden beri Hindistan’ın taht şehriydi. Ancak Hümâyûn Şah ve babası Bâbur Şah çok defa daha güneyde Agra şehrinde oturuyorlardı. Ben geldiğimde Hümâyûn Padişah, Delhi’deydi. Gelişim derhal kendisine bildirilmiş. Büyük bir merasimle karşılandım. Böyle bir şeyi ümid etmiyordum. Hümâyûn Şah, beni Sultan Süleyman Han Hazretleri’nin elçisi addediyordu. Binlerce asker, 400 fil, birçok mirza ve emîr, başta sadrâzam olmak üzere beni karşıladılar. Altıma süslü bir at çekip sırtıma üstüste iki hıl’at geçirdiler. O akşam Sadrâzam’ın büyük ziyafetinde bulundum. Bir çok hediyeler aldım.
Hümâyûn Şâh’ın Huzûrunda
Birkaç gün sonra Hümâyûn Şâh’ın huzuruna çıktım. Hümâyûn Padişah beni uzun müddet alıkoydu. Kendisine Çağatay Türkçesi ile yazdığım 3 beyitli bir tarih kıt’ası ile beşer beyitli iki gazel sundum. Kendisi de şairdi. Gayetle hazzetti. Seyahat için ruhsat talep ettim. Rıza göstermedi. Hârçe pergenesinin gelirini bana tahsis etti. Levendlerimden her birine yılda 100.000 akça gelirli tımarlar verdi. Bu ihsanları kabul etmeye mecbur oldum. Hiç olmazsa bir yıl kalmaklığım için o kadar ısrar etti ki, reddedemezdim.
Dedim ki:
-Saâdetlü Padişahın emr-i şerifi ile deryaya çıkıp küffâr-ı hâksâr ile ceng edip ve tûfân ve diyâr-ı Hind’e düşüp benim der-i devlete varmam lâzımdır ki, küffâr-ı hâksârın ahvâli Devletlû Padişah’a malûm olsun.
Hümâyûn Şah:
-Padişah Hazretlerine elçi irsal edip senin özrün arz olunur. Bir yıl dahi bunda bizimle ol! Zaten üç ay yağmur vaktidir. Yollar geçilmek mümkün değildir.
Öyle oldu. Delhi’de kaldım.
Padişahla edebî ve ilmî bir çok mübahasede bulundum. Riyaziye ve heyete de meraklıydı. Bu mevzularda görüştük. Bir çok şiir söyledim. Sind’den getirdiğim nâmeleri sundum. Ora ahvali hakkında şifahen de malûmat arzettim. Ayrıca şahsen, Sind’in bir kısmını elinde tutan Mahmud Bey Kökeltaş’tan iltifatını esirgememesini rica ettim. Hümâyûn Şah, Mahmud Bey’in valiliğini tanıdığına dair perçe vurulmuş bir nâme gönderdi. Gerek Mahmud Bey’den, gerek veziri Molla Yârî’den aldığım teşekkür mektuplarından, tavassutumun çok makbule geçmiş olduğunu anladım .
İkinci Ali Şir Nevâî
Hümâyûn Şâh’a Çağatayca yazılmış bir gazel daha sundum. Bana “İkinci Mîr Ali Şîr Nevâî” diye hitap buyurup iltifatlar eyledi. Bunun üzerine iki gazel daha sundum . Hep “Kâtibî” mahlasını kullanıyordum. Az zamanda şair olduğum duyuldu. Bir kât daha itibar kazandım. Devletin büyükleri davet eder, ziyaretime gelirlerdi. Hümâyûn Şâh’ın yakınlarından Abdurrahman Bey adlı şair bir genç vardı. Onunla karşılıklı şiir söylerdik. Bu münasebetle iki Çağatayca gazel daha yazdım.
Hindistan mı Büyüktür, Vilayet-i Rûm mu?
Hümâyûn Şâh ile görüşmediğim hiç bir gün yoktu. Bir gün Şah çetin bir sual sordu:
-Hindistan mı büyüktür Vilayet-i Rûm mu?
-Padişahım, “Rûm” dan maksat yalnız Anadolu ise, Hindistan çok büyüktür. Amma maksadınız “Sultan-ı Rum”olan Süleyman Han Hazretleri’nin bütün ülkeleri ise, Hindistan bu ülkelerin onda birinden küçüktür. Maksadım padişahıma tâbi olan cümle memleketlerdir. Padişahıma ait olan ülkelere hiç bir devirde hiç bir hükümdar sahip olmamıştır.
Yedi İklimin Sultanı
-Padişahının yedi iklimde de toprakları var mıdır?
-Belî (evet) sultanım, vardır. Birinci iklimden Yemen’e, ikinciden Mekke’ye üçüncüden Mısır’a, dördüncüden Haleb’e beşinciden İstanbul’a, altıncıdan Kırım’a yedinciden Budin’e, hâkimdir. Yedi iklimin her birinde padişahımın beyleri ve kadıları vardır. Mekke ve Medine Sultanı sıfatıyla padişahımın adı hâkimiyeti altında bulunmayan memleketlerde bile hutbelerde anılır. Çin müslümanları cuma namazı hutbesini Sultan Süleyman’ın adına okurlar. Çin Fağfuru bile, cihanın en büyük hükümdarının Sultan Süleyman olduğunu bilir.
-Kırım ülkesi Sultan Süleyman’ın mıdır?
-Belî padişahım, O’nundur. Kırım Hanı’na saltanatı saâdetlü padişah verir.
-Kırım Hanı’nı hutbe sahibi hükümdar diye bilirdim.
-Padişahım Sultan Süleyman’ın Kırım Hanı gibi Sahib-i Hutbe ve Sahib-i sikke nice hükümdar kulları vardır.
Hümayun Şah, padişahımı beğendi ve Sultan Süleyman’a dualar etti.
Kaynak: Hayat Tarih Mecmuası
Seydî – Ali Reis