evletleri milletler kurar ve belli kanunlar onu yaşatarak hayatlarını devam ettirirler. Aynı zamanda devleti güçlü kılmak milletin görevleri arasındadır. Güçlü olmayan devletler adaleti koruyamazlar, halklarını memnun edemezler ve sonunda milletlerin desteğini kaybederler. Milletin desteğini ve gücünü kaybeden devletler de sonunda tarihe gömülürler. Yalnız milletler yok olmazlarsa, değişik sistemlerle de olsa yeni devletler kurabilirler. Yeni kurdukları devletin koruması altında hayatlarını devam ettirirler.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhur başkanlığının forsuna bakarsanız, buradaki on altı yıldız tarihte devlet kurmuş ve yıkılıp kaybolmuş devletlerin sayısını simgeler. Bu devletler Orta Asya’daki Türk boylarının kurduğu feodal devletler olarak dünyaya gelmiştir. Sistemleri Orta Asya’da uzun zaman (1500 yıl) aynı yapıda kalmıştır. Bu Türk boyları isim değiştirerek, bir kısmı ailelerin parçalanmasıyla, bir kısmı kardeşlerin ayrılmasıyla ayrı ayrı birçok devletler kurmuşlardır.
Türk milleti sonunda yeni bir sistemle 1040’da Selçuklular devletini kurdu. 300 yıl bu devletle ve bunun devamı Anadolu Selçukluları ile dünyaya medeniyeti yaydı. Avrupalılar Anadolu’ya haçlı seferleri ile gelince Selçuklulardan aldıkları İslam kültürüyle Rönesanslarını yaptılar. Bundan sonra Osmanlılar 600 yıl teknoloji ve medeniyet bakımından dünyaya çok şeyler verdiler. Sonra onlar da tarihe karıştılar. İşte bu Selçuklu ve Osmanlı dönemi Türklerin yeni bir sistemle (İslam sistemi ve kanunları ile) kurdukları son devletlerdir.
Yaşadığımız son Türk devletinin dışında ecdadımız değişik sistemler uygulayarak tarihte çok güçlü devletler kurmuşlardır. Tarihe bakarsak bu devletleri kuranların çok güçlü bir millet olduğunu görürüz. Eğer Osmanlının yaklaşık son yüzyılında ve Türkiye Cumhuriyeti devletinde yer alan milleti kontrol ederseniz, aslına uymayan çok değişik bir insan yapısıyla karşılaşacaksınız. Bu iki yüzyılı içine alan zamanda dış güçlerin yalnız devletimizi güçsüz bıraktığını görmüyoruz aynı zamanda Türk milleti ve vatandaşları ile de uğraştığını görüyoruz.
Türklerin İslamla kurduğu güçlü devletler en az 800 – 850 yıl Hıristiyan Avrupa için çok tehlikeli olmuştur. Bunun neticesi Türk-İslam devletlerinin güçlerini kaybetmeleri için Hıristiyan Batı dünyası son 1000 yıllık tarihinde her mücadeleyi ve her yolu denemiştir. Fakat her gelen Türk-İslam devleti yine güçlü gelmiştir. Sonunda Hıristiyan alemi anlamıştır ki, bir devleti asıl güçsüz yapmak, milletin benliğini yok etmek, birliğini bozmak, kültürünü değiştirmek ve birleştirici unsurlarını yok etmekle sağlanabilir.
İşte Batının Türk milleti üzerindeki bu yeni taktik uygulaması 1800’lü yıllarından itibaren dünya düzeyinde açık görülecek şekilde başlamıştı. Bu tarihlerden itibaren günümüze kadar adım adım, dışarıdan kullanılan güçlerle ve içimizden yetiştirilip dış güçlere hizmet edenlerle bu çalışmalar geliştirilmiştir. Sözde ilerici, aslında menfaat için çalışan bu insanlar, milletlerini parçalamak için her birleştirici sistemi, örfü, ananeyi, kültürü yok ederek ülkemiz insanlarını beraber yaşayamayacak hale getirdiler.
İşte Türk mîlleti kurduğu son Türk devleti içinde gittikçe kandırılarak, yeni bir millet yapısına doğru götürüldü. Bu yeni yapı, milletin 1000 yıllık aslına uymuyordu. Aynı zamanda bu yeni düzene millet isteyerek değil, zorlanarak götürülüyordu. Batı Hıristiyan dünyası anlamıştır ki; milletler kültürlerini, milli ve manevi değerlerini kaybederlerse artık aynı millet olamazlar. Bir millet milletliğini kaybederse, artık güçlü devletler kuramaz.
Son iki yüzyıldır Müslüman Türk devleti üzerinde oynanan oyunlar devlete yönelik değildir. Milleti yok etmeyi hedef almıştır. Bu gerçekler ve oynanan oyunlar yeni kuşaklarca daha açıkça anlaşılamamıştır. Bugün ülkemizde devam eden tartışma ve kavgalar, millete yönelik bu çirkin programı örtmek içindir.
Yazdıklarımızı her ülkesini seven, dışa bağımlı olmayan, devlet ve millet menfaatini düşünen millet evlatlarının benimseyeceğine inanıyorum. Kandırılmamış yeni yetişen neslin, Türk milletini bu yanlış yoldan kurtaracağına inanıyorum.
İstikbal, yolunu seçen gençliğin olacaktır.
Prof. Dr. A. Mazhar Özman