ertrandon De La Broquiere, Burgonya Dükü İyi Philip’in baş mîrahûru idi. Kudüs’ü ziyaret etmiş, dönüşünde Türk eyaletlerinden geçmişti. Seyahatine dair yazdığı eserin adı “Deniz Aşırı Seyahat, 1432-1433 Senelerinde Kudüs’ten Fransa’ya Karadan Dönüş”tür. Bertrandon II. Murad zamanında Anadolu halkının vasıflarını da şu şekilde tasvir ediyor:
Türkler çevik adamlar. Sabahları erkenden kalkarlar; kırlara çıktıkları zaman masrafları çok az olur, pek az şeyle hayatlarını sürdürebilirler. Meselâ yarım yamalak pişmiş biraz ekmek, güneşte şöyle böyle kurutulmuş azıcık çiğ et veya süt ya da bal yahut peynir veya üzüm ya da bir takım bitkiler yerler; ya da bir gün boyunca yemek üzere bir avuç unla çorbamsı bir yemek yaparlar.
Uyumak için yerde yatarlar, ayaklarına kadar inen elbiseleri üst üste giyerler. Kepenek adı verilen ve palto niyetine giyilen keçeden yapılmış bir elbiseyi sırtlarına geçirirler. Bu kepenek hafiftir ve yağmura karşı koruyucudur; bunun çok güzelleri ve inceleri de vardır, yani bunlar kaba yün kumaşla ince bir kumaşın farkı kadar değişik yapıda olabilirler.
Türkler dizlerine kadar çıkan çizmeler giyiyor, gösterişli elbiseler kullanıyorlar. Bunların bazıları kadifeden, bazıları pamuklu kumaştan, kimileri de başka kumaşlardan ama hepsi de giyilmiş elbiselerin üstüne geçirilerek kullanılıyor ve bunlar onların ne savaşmalarına, ne yürümelerine ve ne de iş yapmalarına engel olmuyordu. Bu yüzden Türkler’in iyi giyindikleri söylenebilir.
Atları
Sabah olunca atların ağızlarına gem takarlar, temizleyip güzelce kaşağılarlar; ancak öğleden sonra su verirler ve artık suları varsa, her saat başı onlara su içirirler. Akşamleyin, alışık oldukları şekilde erkenden yerlerine giderler. Irmak kenarında bu işler daha kolaylıkla yapılmaktadır, atları suladıktan sonra ağızlarına gem takarak bir saat tutarlar ve katırlara yaptıkları gibi hiç yiyecek vermezler. Bir saat sonra herkes atına yiyecek verir, geceleyin onları hep yanlarında taşıdıkları keçe örtülerle ve güzel battaniyelerle örterler.
Bunun gibi onların tazı köpeklerine de böyle örtüler giydirdiklerini gördüm. Bu köpekler içinde çok güzel ve alımlı olanları var, yalnız kulakları büyük ve sarkık, kuyrukları çok tüylü. Atların hepsini iğdiş etmişler, sadece birkaçını damızlık olarak bırakmışlar. Bu benim kanaatim, çünkü onlardan hiçbirini bizzat görmüş değilim. Bu atlar, birbirine benzer şekilde başlık ve eyer taşıyorlardı. Onların bir önlerinde bir de arkalarında koşum göğüslükleri vardı. Eyerleri zengin görünüşlü, üzengileri geniş ve eyer kayışları kısaydı.
Savaş Kıyafetleri
Rumlar’ın bazıları Müslümanlığı kabul ettikleri zaman yapılan merasimde iki sefer bulundum; bunlar büyük törenlerdi ve Türkler kuşanabilecekleri her Türklü silâhla techiz edilmiş olarak giyiniyorlar ve şehirler arasında oldukça kalabalık kafileler halinde at sürüyorlardı. Onların üstünde küçük küçük oynak demir parçalarının pullar halinde deriye tutturulmasıyla meydana gelen zırhlı gömlekler ve ayrıca kol zırhları gördüm. Bunlar, bizim de kullandıklarımız gibiydi ama daha çok Jules Cezar zamanını tasvir eden resimlerdeki askerlerin zırhlarına benziyordu; onların zırhları gibi hazırlanmıştı. Zırhlı gömlek kalçanın yarısına kadar iniyordu. Uçlarına çepeçevre ipek kumaş tutturulmuştu. Bunlar da bacakların yarısına kadar sarkıyordu.
Başlarında ise başın şekline uygun biçimde yapılmış, beyaz renkli, zırhlı yuvarlak tolgalar taşıyorlardı. Yukarı doğru yarım kadem yükselerek başı koruyan bu zırhın arkasında bir, önünde bir, yanlarında da ir tane olmak üzere dört âdet madeni pul bulunuyor ve bunlar kılıç darbelerine karşı yanakları ve yüzü koruyorlardı. Ayrıca bunlar başlıklara da takılabiliyormuş ama ben bunları hiç görmedim; üstelik bu şekilde kullanılanların bir işe yarayacağını da sanmıyorum. Türkler ne kısa ceket ve çoraplı pantolon, ne de bunlara benzer elbiseler kullanmıyorlardı.
Türkler, kısa kayışlı üzengilere ayaklarını geçirerek eyerin üstüne bir iskemleye oturur gibi oturuyorlar ve dizleri yukarıda kalıyordu. Fakat bu durumda bir mızrak darbesiyle yere devrilebilirler. En çok kullandıkları silâh yay, ok, kılıç ve kısa saplı gürzdür. Gürzün topuzu birkaç dişlidir. Sopa, zırhsız omuzlara vurulduğu zaman tehlikelidir. Şuna kanaat ettim ki, zırhla başa vurulacak iyi bir darbe insanı sersem eder. Birçokları tahta kalkan kullanıyorlar, ok attıkları zaman atlarını bununla korumayı biliyorlar. Bunu bana iyi kullananlar anlattığı gibi gözümle de gördüm.
Padişahlarına İtaatleri Sonsuz
Padişahlarının emirlerine itaatleri sonsuzdur. Hayatı pahasına bile olsa kimse onun emirlerinden dışarı çıkmaya cesaret edemez. Zaten bütün yaptıkları işler, onları Fransa’dan da büyük topraklara sahip kılan geniş fütühât, hep bu devamlı itaatleri sayesindedir.
Türkler’in aleyhinde bulunmak, onların kıymetlerini düşürmek istemem; bilâkis şunu itiraf ederim ki hayat işlerinde onları pek serbest ve pek doğru buldum, hele cesarete gerek olduğu zamanlarda gayet de iyi davranırlar.
Onun için Türkler’le yaşamak isteyenler, öyle kederli, düşünceli insanlar olmamalı, daima güler yüzlü olmalıdır. Bundan başka temiz yürekli ve merhametli adamlardır. Çok defalar gördüm. Biz yemek yerken, yanlarından bir fakir geçse onu derhal bizimle beraber yemeğe çağırıyorlar. Biz ise bunu asla yapmayız.
Sultan Murad bütün zaferlerini bu cesur, mert, şefkatli ve cömert halkın itaati ve kol gücüyle kazanırdı.
Türk gücü Sultan Murad zamanında en yüksek dereceye ulaşmıştı. Bizans, Türk siyasetine bütün mevcudiyetiyle boyun eğmişti. Bulgaristan ve Sırbistan ortadan kalkmış, yalnız Belgrat kalmıştı. Marcaristan’da Hunyadi Yanoş Varna bozgunluğunun acısıyla yüreği kan ağlıyor, Türkler’den intikam almaya çabalıyordu.
Kaynak: Ahmet Refik-Bizans Karşısında Türkler (Hazırlayan: Fahameddin Başar).
Ahmet Refik