ohbet ve muhabbeti konuşuyorduk… Osmanlı sistematiğinde ruh ve yürek eğitimi sohbetle sağlanırdı. Mesela, padişah olması halinde büyük bir gücü yönetecek olan her şehzade için bir “şeyh” (mutasavvıf) belirlenir, rahlesine diz çöküp sohbetlerinden istifade etmesi sağlanırdı.
Bu geleneği başlatan yine Ertuğrul Gazi’dir. Babası Gündüz Alp’ın vefatıyla boşalan aşiret reisliğine getirilir getirilmez Âhiyan’dan Şeyh Edebali (devrinin en iyi bilginlerindendir; daha sonra Osman Bey’e kaimpeder olmuştur) ile buluşmuş ve onun tekke sohbetlerinde yüreğini olgunlaştırmıştır.
Yaş kemale erip ahiret yolculuğunun ucu gözüktüğünde, oğlu Osman Bey’i karşısına almış, “Oğulcuğum!” demiştir, “Şeyh Edebali bizim boyun(aşiretin) ışığı ve yüreğidir. Terazisi ince tartar, dirhem şaşmaz. Bu yüzden beni kır, Şeyh’i kırma; bana karşı gel, ona karşı gelme!”
Osman Bey’i Şeyh Edebali’ye işte bu sözler bağlamıştır. Tasavvuf ahlâkının ılık iklimine Edebali tekkesinde varmış, şeyhiyle baş başa, geceler boyu birliği, dirliği, varlığı konuşmuştur. Kim bilir kaç kere emellerini fısıltıya dönüştürüp, Konstantiniyye düşünü şeyhine fısıldamıştır.
Kısacası, Osman Bey, tekke sohbetleri sayesinde kendini eğitip olgunlaştı. Yine o sayede madde ile mânâyı bütünledi. Hedefini netleştirdi, iradesini o istikamette çelikleştirdi. Kirişe yerleştirilmiş bir ok gibiydi: Fırladığı an Bizans kalelerini vuracaktı.
Zamanı geldiğinde de vurdu: Bizans’ın yüreğine doğru Bursa’ya kadar girdi. Oğlu Orhan Gazi, Bursa fethi sonrasında hem İznik’te harmanlandı, hem de Rumeli’de soluklandı…
Böylece, küçücük bir aşiret önce beyliğe, ardından “devlet”e dönüşürken, yüreğine imparatorluk tohumlarını da ekti.
Sohbet, devleti, devlet imparatorluğu doğurdu. Sohbeti kaybedince devleti, muhabbeti kaybedince imparatorluğu kaybettik. (Korkarım, aile içi suskunluğumuzdan doğan boşluğa yerleşen televizyon, gitgide tüm benliğimizi saracak ve bu yüzden aileyi de kaybedeceğiz!).
Osman Gazi ümmi olmasına rağmen, bir kurmay subay maharetiyle Bizans kalelerini düşürmesinin yanı sıra âdil, dürüst, sevecen, hayırhah ve müsamahakâr olmasını da müptelâsı olduğu Şeyh Edebali sohbetlerine borçludur.
“Mürit” teslimiyeti ve sadakatine “Bey” kimliğini de katan Osman Gazi,kısa süre içinde “mürşidi” tarafından keşfedilmiş, onu ustaca yoğuran“mürşid”, ortaya bir “terkip” ve “sentez” çıkarmıştı: Osman Bey kendisinden sonra gelecek padişahların da terkibi ve sentezidir!
Bu sohbetlerde olgunlaşıp piştiğini, Osman Bey hissediyordu. Bir taraftan adaleti, hamiyeti, şefkati, sadakati, izzeti, paylaşımdaki fazileti öğrenirken, diğer taraftan cıva kadar akıcı, ateş kadar yakıcı, aynı zamanda Hazreti Ömer kadar âdil, Hazreti Ebubekir kadar da fazıl olmayı öğreniyordu: Bunlar bölgeye kök salmanın şartlarıydı.
Şeyh Edebali; ya engin feraseti, ya da dillere destan kerametiyle, Osman Bey’in şahsında “Osmanlı gerçeği”ni sezmiş gibiydi. Ama sezgilerin gerçeğe dönüşeceği ana daha çok vardı. “Osmancık”ın (böyle hitap edermiş) iyice pişip olgunlaşması gerekiyordu. İmtihanları bir bir vermeliydi…
Tekkedeki sohbetin uzadıkça uzayıp vaktin gece yarısını geçtiği demde,Osman Bey kendisine tahsis edilen taş hücreye çekildi. Hücrede yer yatağı dışında bir rahle, rahlenin üstünde de açık bir Kur’an-ı Kerim vardı. Yatağa girdi. Uyumaya çalıştı. Fakat rahledeki Kur’an gözlerinin önünden gitmiyor, bir türlü uyku tutmuyordu. Kalktı. Abdest tazeledi…
Onu sabah namazına uyandırmaya gelenler, yatağını bozulmamış, kendisini ayakta dimdik buldular. Gözleri rahledeki Kur’an’da, elleri önünde idi. Sabaha kadar ayakta dikilmişti.
Durumu Şeyh Edebali’ye bildirdiklerinde, sordu: “Neden uyumadın?”
Osman Bey boynunu büktü, içten gelen bir teslimiyet içinde fısıldadı:“Kelam-ı Kadim karşısında ayaklarımı uzatıp yatmayı içime sindiremedim.”
“Ben dervişim, kızımı da benim gibi bir dervişe vereceğim” diyerek Osman Bey’e o güne kadar kızını vermeyen Şeyh Edebali, bu tavır karşısında çözüldü ve “Bu tavrınla bizden daha derviş olduğunu ispatladın” diyerek kızı Malhun Hatun’u (Balâ veya Mal Hatun diyen tarihçiler de var) Osman Bey’e nikâhladı.
Osman Bey bu motivasyon sayesinde “Osman Gazi”ye dönüşüp Bizans kalelerini bir bir fethetti. Vefat ettiğinde Bursa feth edilmek üzereydi.
Yavuz Bahadıroğlu