ozoklar: 1-Kayı Boyu, 2-Bayat Boyu, 3-Alkaevli Boyu, 4-Karaevli Boyu, 5-Döğer Boyu, 6-Yazır boyu, 7-Dodurga Boyu, 8-Yaparlı Boyu, 9-Kızık Boyu, 10-Avşar boyu, 11-Beğdili Boyu, 12-Karkın Boyu.
Üçoklar: 1-Bayındır Boyu, 2-Beçene Boyu, 3-Çavuldur Boyu, 4-Çepni Boyu, 5-Salur Boyu, 6-Alanyuntlu Boyu, 7- Eymir Boyu, 8-Öregir Boyu, 9-Iğdır boyu, 10-Buğdüz Boyu, 11-Yuva Boyu, 12-Kınık Boyu.
Selçuklu sultanlarının başlıca kuvvet kaynağı, Müslüman olduktan sonra Türkmen adını alan bu göçebe boyları idi. Türkler; özellikle Anadolu’nun çeşitli yerlerine kendi boylarının adlarını vermişlerdir.
Bu boylardan birçokları kendi aralarında da çeşitli adlarla kısımlara ayrılmışlardır.
İki Kol, altı Grup ve 24 boy olan Oğuz Türklerinin Anadolu’ya gelmesi; Bizans Anadolu’sunun etnik bünyesini tamamen değiştirmiş ve yeni bir toplum meydana getirmiştir. Bu yeni etnik halitanın meydana getirmiş olduğu sosyal düzende değer hükümleri değişmiş, inançlarda büyük değişimler olmuş, giyinme ve davranışlar medenîleşmiş, kısaca toplum kısa zamanda Türkleşmiş ve İslâmlaşmıştır.
Türklerden önce din ve kin sebepleriyle birbirine düşman haline gelen etnik gruplar; bu yeni etnik unsurun gelmesiyle akıllara hayret verecek şekilde kaynaşmıştır. Öyle ki; Türklüğün nâzım vasıfları ve seciyeleri etrafında halkalanan diğer etnik gruplar ve dinî cemaatler âdetâ yepyeni bir millet manzarası, bambaşka bir bütün hüviyeti arz etmiştir. Temelde yatan bu birleştirici ruh ve cevheri teşhis edemeyen birçok tarihçi veya sosyoloğun Meşrutiyetten önce Türk Milleti şuuru olmadığını ileri sürmelerindeki hata buradadır.
“Osmanlı Devletinin kurulduğu coğrafi saha, Büyük Okyanus ortasında münferit bir ada olmadığı gibi burada yaşayan insanlar da Selçuk Anadolu’sunun Türklerinden ayrı bir unsur değildi. Anadolu’da önce Selçuk ve sonra da İlhânî hâkimiyetinin kuvvetli bulunduğu zamanlar onlar da diğer Anadolu Türkleriyle beraber bir siyasî birlik, bir kültürel birlik teşkil ediyorlar.”
Türkler; sıcak kanlı, babacan ve yardım sever insanlar olarak diğer etnik grupları kendi bünyelerinde zamanla ve hissettirmeden eritmesini bilmişler, bu uğurda en küçük bir zora baş vurmamışlardır.
Türklerin kendi hâkimiyetleri altında yaşayan diğer din ve ırktan olan insanlara ne derece yakınlık, serbesti, eşitlik ve tolerans tanıdıkları aşağıda verilecek birkaç küçük örnekten kolayca anlşılmaktadır. Bu hususu birçok Türk düşmanı müsteşrik ve yabancı yazar bile itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır. Yugoslav tarihçi “Jorga”; açıkça; Türkler eğer hâkimiyetleri altındaki diğer unsurların din ve dilleriyle âdet ve geleneklerini serbest bırakmamış olsa idi bugün Avrupa ve Balkanlar’da Türklerden başka millet ve Müslümanlıktan başka din kalmamış olurdu, derken bu tarihî gerçeği itiraf etmiştir.
Türklerin uyguladığı bu müsamaha ve serbesti karşısında birçok Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi, Yugoslav, Pomak, Bulgar… severek Müslüman olmuşlar; Türklerle de evlenerek zamanla Türkleşmişlerdir. Zaten; “Dinde zorlama yoktur” diyen bir dinin mensuplarından başkaca bir davranış da beklenemezdi.
“Âşık Paşazade’deki söylentilerde, Osman Gâzi’nin etrafındakiler ile rumlar arasında iktisadî münasebetler hakkında dikkate değer malûmat vardır. Yaylaya ve kışlaka giden bir yarı göçebe olarak tasvir edilen Osman Gâzinin kasabalarda yarı göçebe olarak tasvir edilen Osman Gâzinin kasabalarda yerleşmiş tekfurlarla ve Rum halk ile barışçı ilişkileri birçok yerlerde belirtilir: Yaylaya gitseler emânetlerini Bilecik hisarında korlardı. Kaçan gelseler teleme, peynirler ve katıklar ve kadınlarıyla, yağlar ve kaymaklar ve halılar ve kilimler gönderirlerdi.
Osman Gâzi daha Eskişehir’in Hamam yöresinde Pazar kurdurdu. Etrafına kâfirler dahi gelirlerdi. Bir gün Bilecik kâfirler iyi bardak düzerlerdi. Yükle pazara satmaya gelmişler. Her giz Bilecik kâfirlerinin avratları dahi Eskişehir pazarına gelir Pazar ederlerdi. Emn-ü âmânla bu Bilecik kâfirleri gayet itimat etmişlerdi. Bu Türk, bizimle iyi doğruluk eder derlerdi.”
Zamanının kendi öz Türkçe dili ile bize kadar gelen bu emsalsiz tarihî belge Türklerin yüzyıllarca önce dahi, din uğruna ele geçirdikleri yerlerin gayrı Müslim halkına ne derece yakın bir dostluk ve kardeşlik gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Savaş halinde iken kanı kendilerine helâl olan bu (kâfirlere) kendi hâkimiyetlerini kabul ettikten sonra Müslüman-Türklerden asla ayrı bir muamele yapmamış olmaları, bu insanlar üzerinde hayret edilecek şekilde olumlu etkiler yapmış ve bunların süratle Müslüman olmalarına ve Türklerle de evlenerek Türkleşmesine yol açmıştır.
Ayrıca Türklerle yaptıkları bu sıcak ve yakın ilişkiler; diğer etnik guruplar üzerinde derin sosyal değişimler meydana getirmiş; yemeleri, içmeleri, giyinmeleri, davranışları, düşünce tarzları ve ihtiyaçları üzerinde hükümran Türk toplumunun derin izleri görülmeye başlamıştır. Türklerin, daha 11 inci, 12 inci, 13 üncü yüzyıllarda Orta Çağın karanlığına rağmen ortaya koymuş olduğu bu dinî müsamaha ve geniş yönlü tolerans bugün bile gıpta ettiğimiz geniş bir anlayış tarzıdır.
Türklerin Anadolu’da meydana getirdikleri sosyal ve kültürel hareket, kısa zamanda meyvelerini vermiş, içtimaî bünye süratle değişmiştir.
“Anadolu’da, Rumeli’de ve İstanbul’da hülâsa bütün Osmanlı memleketlerinde Ermenilerle Türkler arasında o kadar büyük bir anlaşma vardır ki; Osmanlı Tarihi o zamana kadar en ufak bir Ermeni meselesi bile kaydetmemiştir. Hususi münasebetlerinde Türklerle Ermeniler arasındaki dostluk her türlü sınırı aşardı.
Anadolu köylerinde oturan bir Türk, ticaret işleri dolayısıyla uzak bir yere gitse ailesinin hak ve namusunu komşusu Ermeninin nezaret ve vesayetine bırakır ve Ermeni de aynı güveni Türk komşularına karşı göstermekten çekinmezdi. Ne Anadolu’da, ne Rumeli’de ve ne de İstanbul’da hiçbir Ermeni yoktur ki; Ermenice bilsin. Bütün mekteplerinde Ermeni harfleriyle Türkçe okutulur ve kiliselerde ruhani âyin Türkçe yapılırdı. Özellikle bizim inancımız vardır ki; Ermeni unsuru ile Türk unsuru arasındaki düşmanlığın başlıca sebebi Rusya’nın ve Fransa’nın siyasetidir.”
Bu sıcak dostluk ve esaslı sosyal kaynaşmadır ki; Müslüman olup Türkleşen sayısız Rum, Ermeni, Arnavut, Sırp, Ulah, Yahudi, Bulgar, Yugoslav ve hatta Rus gibi diğer ırk ve dine bağlı insanların Türk devletinde çok önemli görevlere getirilmesine; vezirlik ve sadrazamlığa kadar ve özellikle Sultanların hanımlığına kadar yükselmelerine imkân vermiştir.
(1) Samsun eski Belediye Başkanı
Kemâl Vehbi Gül (1)