KültürümüzMakaleler

İstanbul’un Fethinin İlk İşareti: Anadolu Hisarı

A

nadolu Hisarı’nda bir gün geçiren insan Türk ruhunu derinden derine öğrenir. Güzelce Hisar, Göksu, Otağ Tepesi… Yalnız bu isimler başlı başına birer resimdirler.

Anadolu zevkinde bir isim olan Güzelce Hisar zaman içinde kaybolmuş, yerine Anadolu’nun kendi ismi gelmiş. Göksu ne kadar hayal meyal bir kelimedir. Otağ Tepesi, bilâkis fütuhat devrinin mücessem bir sahnesi gibi gözleri kamaştırıyor.

Göksu vadisinden Boğaziçi sularına ilk gelen Türklerden ta İstanbul’un fethine kadar bu köy anlı şanlı bir hisardır; kâh Anadolu’dan Rumeli’ye kâh Rumeli’den Anadolu’ya koşan Yıldırım Bâyezid’le onun oğulları, Murad ve Fâtih gibi ve onların arkadaşları olan cengaverler ikide birde, bir kartal kümesi halinde bu kulelere konarlar, bu kulelerden kalkarlar. Fetih senesi bu köy, kahramanlık çağının kemalindedir.

Hicretin 856 senesinin baharında, genç Fatih ikide birde gelir gider. Nihayet o martın yirmi altıncı günü Hisar önünde, Gelibolu’dan gelen Balta Oğlu Süleyman Bey’in donanması, Karadeniz Boğazından taş ve kireç yüklü binlerce gemi ve mavna Hisar önünde demirler; Fatih bütün paşalarıyla, beyleriyle, ağalarıyla, mimar-başılarıyla, işçileriyle karşıya geçer; o gün o kıyıda Boğazkesen Hisarı’nın ilk temel taşlarını kendi koyar, vezirinden son nefere kadar bütün maiyeti ise girişir.

Bizans Kayseri Kostantin Dragazes karşı koymaya kalkışır, lâkin genç Fatih, Varna Meydan Muharebesi sıralarındaki ihaneti hatırlatır, bir taraftan Hisar’ın temelleri üstüne atılmak isteyen Bizans cengâverlerini yeniçeriye püskürtür, bir taraftan da temelleri yükseltir.

Anadolu şehirleri, kasabaları, köyleri harıl harıl levazım gönderirler. Hisar, yüksele yüksele ağustosun yirmi sekizincisi günü, büyük ve küçük kuleleriyle, burçlarıyla, surlarıyla bugünkü harap çerçevesi içinde göründüğü gibi, bembeyaz meydana çıkar. Beş ayda vücuda geldikten sonra beş asır gözümüz önünde duran bu Türk eserini halk, esrarlı bir rakamın zevkiyle kırk günde bitmiş bilir ki kısalığı ifade etmek kasdıyla doğrudur. Evliya Çelebi, bu hisarı, halkın imanlı gözleriyle gördüğü için temin eder ki bu Boğazkesen Hisarı, tepenin sağ kulesinden, kıyının sol duvarına kadar kûfî hatla çizilmiş bir “Mehmed” tir; hem de bu görüşünü Mehmed isminin miminden dalına kadar şen şatır tarif eder.

Hisar bittikten sonra içine toplar yerleşir ve Fîruz Ağa muhafız olarak başında kalır. Fâtih, ilkbahar hazırlıkları için Edirne’ye gider. O ilkbaharda Edirnekapı ile Topkapı arasında görülür.

O sene Anadolu Hisarı’nın son kahramanlık senesiydi. Önce genç rakibi olan karşı hisarın beş ayda göklere yükseldiğini gördü, sonra kışı, tarihin en büyük vak’asını hazırlamakla geçirdi, daha sonra ilkbaharda İstanbul surlarından gelen top uğultularını dinledi. Mayısın yirmi dokuzuncu günü fetih müjdesini aldı, şimdiki İskele Camii’nin yerinden fetih ezanlarını dinledi.

Camiin yanı başındaki iskele kahvesinin ağacı altında otururken kollarını sıvamış birer köşede abdest alan ihtiyarlara baktım ve düşündüm ki fetihten çok evvel böyle Müslüman, böyle Türk, böyle sade olan bu yerde, yine böyle bir kahve, böyle ağaçlar ve böyle bir cami vardı, bu manzaranın o günlerde başka türlü olduğuna ihtimal de verilemez, çünkü mevki tabiatın dar bir çerçevesinde, İstanbul’un muhasarası günlerinde bu küçük meydan tıpkı bu saatte olduğu gibiydi, ihtiyarlar şurada burada abdest alıyorlardı, küçük kızlar çanaklarıyla yoğurt almaya gidiyorlardı, kahvenin ağaçları altında köyün ileri gelenleri konuşuyorlardı.

Benim İstanbul’dan akşam gazetesini beklediğim bu saatte onlar, İstanbul muhasarasının yeni haberlerini bekliyorlardı, sonra yataklarına o haberlerle yatıyorlardı. Ve o elli günlük muhasaranın top uğultularını dinledikten sonra mayısın son sabahı bu camiin minarelerinden fetih ezanlarını işittiler.

Ah o yaz bu Hisar’da kim bilir nasıl geçti? Fakat işte o yazdan sonra Hisar kahramanlık çağını geçilir, artık sayfiye olur, önünden zaman Göksu gibi ağır akar, daima saz sesleri ve arada sırada, şenlik günleri kulelerinden atılan topların uğultusunu duyar.

Bu köy hâlâ fetihten evvel olduğu gibi Müslüman ve Türk yaşıyor; bir kadın, kendinden genç bir kadının kızlığını, gelinliğini, güzelliğini nasıl hatırlarsa İstanbul’un sergüzeştini öyle hatırlıyor…

Yahya Kemal Beyatlı

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242