ir cemiyetin “değişmesi” demek, iç ve dış sebeplere bağlı olarak grubun içtimaî, harsî, iktisadi ve siyasi yapısında ve işleyişinde, önemli derecede “yeni durumların” doğması demektir.
Hiç şüphesiz, bir milletin, bütün müessese ve değerlerinin değişmesi, her sahada aynı değildir. Daha önceden de belirttiğimiz üzere, bazı müessese ve değerler, daha “ağır ve zor”, bazıları da daha “hızlı ve kolay” değişirler. Öte yandan, bu değişme, “şehirden köye” farklı olduğu gibi, cemiyetin “farklı tabakaları” için de aynı değildir.
“Maddi içtimai değerlerin” mi, yoksa “Manevi içtimai değerlerin” mi, daha ağır ve zor değiştiği hususu, aşağı yukarı, bütün muasır sosyologları meşgûl etmiştir. Tartışmalar, hâlâ devam etmektedir. Biz, bu tartışmalar karşısında, daha temkinli hareket ederek şöyle düşünüyoruz: Bir milletin veya cemiyetin hayatında ve devamında önemli yeri olan müesseseler ve değerler, ister “maddi” olsunlar, ister “manevi” olsunlar, kolay değişmezler. Nitekim din, dil, ahlâk ve töre gibi “manevi değerler” ile vatan, bayrak, tarihî âbideler ve mukaddes yerler gibi “maddi yönü de bulunan değerler” karşısında cemiyetler pek hassastır.
Cemiyetler, bu değerlerin tahribi, zedelenmesi ve hatta ihmali karşısında hemen “muhafazakar” (koruyucu) bir tavır takınırlar. Hemen hemen bütün cemiyetlerde görülen bu haklı tavrı, “irtica” veya “gericilik” biçiminde yorumlayacak bazı kişi ve zümreler çıkabiliyorsa, bunlar, ya cemiyetin işleyişinden habersiz olan “cahillerdir” veya “ard niyetli” kimselerdir. Bunun yanında, hemen belirtmek gerekir ki, cemiyetler, “manevi fikir hareketleri” ve “maddi giyim ve kuşam modaları” karşısında, daha müsamahakâr hareket ederek “sert bir koruyuculuk” tavrı almazlar.
Mamafih, “içtimaî ve harsî değerlerin ve müesseselerin koruyuculuk tavrı”, şehirden köye, tabakadan tabakaya göre farklı olabilir. Bazı sosyologlara göre, bu tavır, şehirden köye doğru gittikçe “seçkinlerden halk tabakalarına” doğru inildikçe sertleşmektedir. Böyle düşünen sosyologlara göre, “şehirler delişmen” ve “köyler muhafazakar” olurlar.
Biz, bu noktada belirtelim ki, gerçekten de “köy”, bir milletin hayatında “istikrarı” sağlamada önemli vazifeter yaparken, “şehir” cemiyetin “yenileşmesinde” büyük hizmetlere kaynak olur. Zaten, müşahedeler göstermiştir ki, sanayileşmeye paralel olarak köylerde yaşayan nûfüs azalıp “şehirleşme hızı” arttıkça cemiyette “istikrar” bozulur, içtimai kontrol zayıflar ve içtimai normları ihlâl edenler çoğalır. Bu yüzdendir ki, “ziraî cemiyet” yapısından “sinai cemiyet” yapma geçiş dönemlerinde, cemiyette “intibaksız” kişi ve zümrelerin sayısı hayli kabarık olur.
Görülüyor ki, bu “geçiş döneminde”, cemiyetler, artık kendi kendilerini “kontrol” edememekte, ister istemez, bu vazife, “devlet babaya” düşmektedir. Bu durumda devlet, ilim ve eğitim yolu ile cemiyeti, rahatsız etmeden, milli ve mukaddes ortak değerlere bağlanarak ve muasır tedbirler alarak “istikrara” kavuşturmak zorundadır.
Devlet, bu vazifeden kaçarsa, yahut “romantik bir özgürlük” kompleksine kendini kaptırırsa, ülke, anarşiye yuvarlanır. Muasır ve milli bir devlet, kendi cemiyetinin “istikrar içinde yenileşmesini” sağlamak zorundadır. Devlet, milli varlığı ve bütünlüğü tehlikeye atmadan, cemiyetin bu “iki temayülünü” de tatmin etmekle mükelleftir. Yani, o, elinde bulundurduğu bütün imkanları kullanarak, basın ve yayın organlarını harekete geçirerek ve her derecedeki okullarını bu hedefe tevcih ederek “cemiyetini, yabancılaştırmadan çağdaşlaştırmalıdır”.
S.Ahmet Arvasi