M
ilattan sonra 1071 yılında Muhammed Alparslan’ın elde ettiği büyük zafer, yalnız Bizans’ a karşı kazanılmış muhteşem bir meydan muharebesi başarısından ibaret değildir. Bu zafer, bütün Türk-İslâm kültür ve medeniyetine ve daha nice maddi ve manevi fetihlere beşik olacak mukaddes bir başlangıcın da besmelesi olmuştur. Yani bu zafer, sevgili Anadolu’muzun Müslüman-Türk kanı ve imanı ile yeni baştan yoğruluşunun da ilk hamlesidir.
Malazgirt Zaferi’nden önce, bugünkü vatanımızın Doğu’sunda, Batı’sında, Güneyinde, Kuzeyinde ve Orta’sında kimler yaşamıştı, hangi devletler kurulup yıkılmıştı, hangi kültür ve medeniyetler gelip geçmişti, bunlar nereden gelmiş, nereye gitmişlerdi? Evet Mazgirt Zaferi kazandıktan ve Anadolu’muz baştan başa bir “Türk Yurdu” haline getirildikten sonra, bu soruların cevapların ancak tarihçiler için bir araştırma sahası olabilirdi.
Gerçekten de Malazgirt Zaferi ile tarihte yeni sayfalar açılmış, yeni satırbaşları atılmıştı. Geçen geçmiş, Anadolu, bütün sathı ile ve bütün yönleri ile Türk’ün olmuştu. Bin yıllık vakıa budur, gerisi hikâye…
Kaldı ki, Türkler, Anadolu’ya geldikleri zaman, bu topraklarda, ne bir “Ermeni”, ne de bir “Kürt Devleti” vardı. Anadolu’yu güya Bizans kontrol ediyordu. O Anadolu ki, kırları bomboş, köy ve kasabalar harap ve terkedilmiş, sadece etrafı hisarlarla çevrilmiş şehirlerinde nüfûs barındırabilen, eşkiya ve soyguncuların kol gezdiği sahipsiz bir coğrafya parçası durumunda idi.
Anadolu âdeta bomboştu. Esasen, Anadolu, bütün tarihi boyunca, fazla nüfûs tutamamıştır. Sürekli istilâlara maruz kalan bu topraklarda barınmak kolay değildi. Onun için bu topraklarda daima az nüfûs bulunmuyordu. Nitekim, Türkler, Anadolu’ya geldikleri zaman, müstahkem surlarla çevrili küçük şehirlerde yaşayan az bir nüfûs ile dağlarda ve yaylalarda korku içinde dolaşan insan toplulukları bulmuştu ve bunlardan hiçbir mukavemet de görmemişti. Bu topluluk da homojen değildir. Bunlar, kısmen Ermeni, kısmen ateşe tapan Yezidi, kısmen Hıristiyan Asuri ve Süryani kalıntıları ve Oğuz boyundan gelen konar-göçer Türk toplulukları idi.
İşte, XI. asırda, Malazgirt Zaferi’nden sonra Türkmen, Oğuz ve Avşar boyları, bu toplulukların arasına akın akın girmeye ve yerleşmeye başladılar; mukavemet görmek şöyle dursun, bu topluluklara güven ve huzur getirdiler. Esasen, Bizans orduları yenildikten sonra, Türkler, hiçbir mukavemet görmeksizin, ençok beş yıl içinde İstanbul kapılarına dayanacaklardı.
Evet, Türkler, Anadolu’yu “yurt tutmak” için geldiler ve en az “on asırdan beri” de bu emellerini gerçekleştirdiler. Esasen, tarih, baştan aşağı “kavimlerin” yurt tutmak için verdiği ve göçlerden ibarettir. Bugün, mevcut bulunan her milletin, böyle bir “yurt tutma” macerası vardır. Unutmamak gerekir ki, biz Anadolu’yu “vatan” edindiğimiz zaman. bugün mevcut olan birçok devletin ve milletin adı ve sanı, bile yoktu.
Başta A.B.D. olmak üzere, Kanada, Meksika, Arjantin. Küba, Dominik, El Salvador, Jamaika, Guetamala, Peru. Uruguay, Venezuella, Kostarika, Kolombia, Bolivya, Brezilya. Ekvador ve Şili gibi devletler bundan dört asır önce başlayan göçlerin neticesinde “yeni yurt” tutarak devlet kuran kavimler değil midir?
Kim, bu toprakların, onların vatanları olup olmadığını münakaşa edebilir ki. bizim “on asırdan beri” uğrunda büyük fedakârlıklarda bulunduğumuz, bugünkü Türk toprakları üzerinde tartışma açabilsin. Düşünün. biz Anadolu’yu fethettiğimiz zaman Rusya diye bir devlet yoktu. Henüz Avrupa’da milletler ve bugünkü devletler teşekkül etmemiş, halk toplulukları “senyörlerin” tahakkümü altında inliyordu. Bırakın, 1071 Malazgirt Zaferi’ni, biz Türkler, İstanbul’u fethedip çağ kapatıp çağ açarken, henüz Amerika diye bir kıt’anın varlığı bile bilinmiyordu.
Bütün bu gerçeklere rağmen şimdi birileri kalkmış, en az “on asırlık” Türk Yurdu üzerinde tartışma açmak istemektedir. Eğer. tartışmalar bundan “bin sene” önceki dünya haritası meselesi haline getirilirse milletlerin yeniden bu haritaya göre teşkilâtlanması istenebilirse, galiba dünyanın düzeni alt-üst olur, birçok devlet haritalardan silinir ve bizzat açanlar büyük zararlara uğrarlar.
Farzmuhal, böyle bir teklif ciddiye alınsa bundan Türk milleti asla zararlı çıkmaz. Ama ham hayaller ile vakit geçirilecek zaman değildir. Kaldı ki, “emperyalist” ve “bölücü” çevreler, Malazgirt Zaferi’nden önceki tarih sayfaları arasında bile mahrumdurlar. Nitekim, daha önce belirttiğimiz üzere, onların tarihi saptırma ve şaşırtma gayretleri hep boşa çıkmıştır.
Evet 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra, artık Anadolu’nun kapısı, Müslüman-Türk’ün eline geçmişti. Önce, Selçuklular, Anadolu’ya sık sık akıncılar göndermiş, zaferi takiben, kapılar büsbütün açılmış, Suriye Selçukları ile birlikte Musul ve Halep Atabeğleri Anadolu’yu güneyden sarmış, Azerbaycan ve İran Atabeğleri Anadolu’yu Doğu’dan ve Kuzey’den kuşatmış, Artukoğulları Harput, Mardin ve Antakya’dan başlayarak Anadolul’ya yerleşmiş, Kutalmışoğlu Süleyman İstanbul kapılarına dayanmıştır. Kaldı ki daha sonraları, Harzmşahlar, zaman zaman Doğu Anadolu’ya akınlar düzenlemiş ve orada Oğuz ve Türk boylarının yerleşmelerini kolaylaştırmışladır.
Seyyid Ahmet Arvasi